Erdoğan, Ak Parti'nin başına geçtiği andan itibaren başlayan
değişim süreci devam ediyor.
İstifa kararlarının arkasında en çok 1 Kasım ve referandum
sonuçlarının karşılaştırmalı dökümü, anket çalışmalarından gelen
geribildirimler, halkla ve teşkilatlarla yapılan görüşmeler
yatıyor.
Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan'ın, doğal olarak partinin Mart
2019'da yapılması planlanan yerel seçimlerden güçlü çıkmasından
başka bir önceliği yok. Bunun için de 'milletin sesi' diğer tüm
sesleri bastırıyor.
Halkın nabzını tutarak, Genel Başkanlığa verdiği zorunlu aradan da
kaynaklanan bazı sorunları telafi etmeye çalışıyor.
Belediye başkanlarından milletvekillerine, il başkanlarından ilçe
başkanlarına kadar tüm parti üyelerinin yükünü toplasak, sanıyorum
Erdoğan'ın yüküne eşit gelmez. Zira alınacak her bir yenilginin ilk
ve en çok etkileyeceği kurumu temsil eden kişi Erdoğan. Üstelik o
yükü taşıyarak, ülkesini doğru istikamete yönlendirmek zorunda olan
da kendisi.
Öyleyse, davulu sırtında taşıyanın tokmağın nasıl vurulacağına
karar vermesine haksızlık demek demagojiden öteye geçmez.
Her ne kadar istifaya giden yol sancılı olsa da Türkiye'de istifa
diye bir kurum varmış ve yeri geldiğinde yetkililer istifa
edebiliyormuş.
Ancak bu sürecin bize öğrettiği bir diğer gerçek de Erdoğan'ın 'tek
adam' falan olmadığı.
Zira belediye başkanlarından bazıları ve hâlâ ayak direyen
Balıkesir Belediye Başkanı'ndan görüleceği üzere, Erdoğan istifa
mekanizmasını hayata geçirmek için yine medyada bazı şeyleri yüksek
sesle dile getirmek zorunda kaldı.
Erdoğan medyaya konuşsa da, asıl muhatabı dolaysız olarak yine
milletti. Bu minvalde demokratik bir baskı unsuru olarak halkın da
bu tartışmaya katılmasını ve belediye başkanlarına seslenmelerini
istedi. Nitekim öyle de oldu.
Kaset meselesiyle istifaya zorlanan Genel Başkanı'nın koltuğunu
kapıp, yedi yenilgiye rağmen hâlâ yerinde sayanların anlaması zor
olsa da mevzu budur.