"Türkiye'nin yeni bir toplum sözleşmesine ihtiyacı vardır ve
sorumluluk hepimizin sırtındadır. Bize göre, bilhassa 15 Temmuz'dan
sonra bu ihtiyaç acil bir hal almıştır. Türkiye'de hiçbir şey, 14
Temmuz'daki gibi olmayacak, olamayacaktır. Milletimizin yeni bir
soluğa, yeni bir hukuki mutabakata yönelik çağrı ve talebi
hissedilir ölçüde fazladır.
Bunu görmezden gelemeyiz, kulağımızın üstüne yatamayız." Her şey
MHP lideri Bahçeli'nin, 11 Ekim 2016'daki meclis grup toplantısında
dile getirdiği bu sözlerle başladı.
Yürütmede çift başlılık, başına buyruk bürokrasi ve yönetim
boşluğunun terör örgütleriyle de yabancı kaynaklı sabotajlarla da
mücadeleye engel olduğunu gören Bahçeli, millî bir refleksle
anayasa değişikliğini gündeme taşıdı.
Çünkü icra erki sağlam bir devlet yapımız olmazsa, ayakta kalmanın
'ateşten gömlek' olduğu bu coğrafyada bekâ sorunu yaşayacağımız
kesindi. Nitekim 15 Temmuz'a giden yoldaki taşları döşeyen de bu
işlevsiz sistemdi.
Bu hayatî sorunumuzu Cumhurbaşkanı'nın şahsi meselesiymiş gibi
sunanların iki amacı var: İlki, Bahçeli'nin bu süreçteki millî
özneliğini gizlemek. İkincisi ise, Erdoğan'ın bahsedilen yetkilerin
hiçbirine ihtiyacı olmadığını, zaten parti ve devlet erki
üzerindeki etkisinin hem Binali Yıldırım'ın özverisi hem de 15
Temmuz'un tesiriyle tartışılmaz hale geldiğini gözlerden kaçırarak
değişikliği nefsî kaygıymış gibi göstermek.