vrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek
Temsilcisi Joseph Borrell'in Avrupa'nın dünyadaki yeri ve
rolünü tasvir ettiği konuşmasındaki şu inceliğe bakar mısınız:
"Avrupa bir bahçedir. Biz bir bahçe kurduk. Her şey
işliyor. İnsanlığın inşa edebileceği siyasi özgürlük,
ekonomik refah ve sosyal uyumun en iyi birleşimidir.
Dünyanın geri kalanı ise tam olarak bir bahçe değil.
Dünyanın geri kalanının çoğu vahşi bir ormandır ve orman
bahçeyi istila edebilir. Bahçıvanlar onunla ilgilenmeli
ancak duvarlar örerek bahçeyi koruyamazlar. Güzel,
küçük bir bahçenin duvarlarla çevrilmesi, ormanın içeri
doğru yayılmasını önlemek için çözüm olmayacak.
Çünkü ormanın güçlü bir büyüme kapasitesi vardır ve duvar
asla bahçeyi korumak için yeterince yüksek olmayacaktır.
Bahçıvanlar ormana gitmek zorunda. Yani Avrupalılar dünyanın
geri kalanıyla çok daha fazla meşgul olmak zorundalar.
Aksi takdirde, dünyanın geri kalanı bizi farklı yol ve
araçlarla istila edecek. Evet, bu benim en önemli mesajım:
Dünyanın geri kalanıyla çok daha fazla
meşgul olmalıyız."
Gördüğünüz gibi beyaz adamın dünya hakimiyeti kurduğu,
kolonyalizmin hüküm sürdüğü zamanlar coğrafi olarak bitmiş olsa da
zihinlerdeki hükmünü devam ettiriyor.
Öyle ya, Batı tam bir bahçe, beyaz adam ise çok zarif bir
bahçıvandı!
Misal Amerika, "bahçıvan"lar tarafından ilk
keşfedildiğinde kıtada 60 milyon insan yaşıyordu. Bahçıvanların işi
bittiğinde 56 milyon ölü vardı. "Medeni bahçıvanlar, yabani
otları" itinayla temizlemişti.
Kongo'nun "bahçıvanı", Belçika Kralı II. Leopold, "bahçe bakım
teknikleriyle" ünlüydü. Ülkesinin 74 katı büyüklüğündeki bir
coğrafyayı sömürdü. İstenilen verimlilikte çalışmayan "yabani
otların" ellerini kestirdi. Toplamda on milyondan fazla "yabani ot"
ise öldürüldü.
Malumunuz "bahçıvanlık" faaliyetleri ile
ünlü Almanya da Namibya'da topraklarının işgal
edilmesini istemediler diye yüz bin "yabani otu" öldürmüştü.
Fransa ise "bahçıvanlığa" soyunduğu ülkelerden sadece birisi
olan Cezayir'de beş milyon "yabani ot"un ölümüne sebep
olmuştu.
Ancak tüm "bahçıvanlar" içinde İngiltere'nin eline kimse su
dökemez. Hindistan'da en az 35 milyon "yabani ot" onların
hükmü altında öldü. "Vahşi orman" gördükleri sömürgelerinde
bebekler açlıktan ölürken o ülkelerin buğdayını çalıp kendi halkına
ve ordusuna yedirdi. Meşhur "bahçıvanlardan" biri olan Winston
Churchill'e Bengal'i açlığa mahkûm bırakmaları sorulduğunda
"Onlardan nefret ediyorum. Tavşan gibi
üremeselerdi kıtlık da olmazdı" demişti.
Geçmiş mi dediniz? Ebu Gureyb'te mahkûmların üzerine işeyip kutsal
kitapları yakanlar, Guantanamo'da işkence edenler de
"bahçıvan"lardı.
Yunanistan "bahçe"sini korumak için ellerini arkadan
kelepçeledikleri onlarca mülteciyi Akdeniz sularına atanlar da
"bahçıvan"dı.
Ukrayna'dan sarı saçlı-mavi gözlü mültecileri alıp esmer veya kara
tenli olanlara kapı duvar olanlar da "bahçıvan"dı.
Norveç'te 78 kişinin canına giren Breivik de medeni dünyanın
bağrından çıkmış sarı saçlı, beyaz tenli, mavi gözlü bir
"bahçıvan"dı.