Uyku bir ağaç gibi hepimizi yeşil dallarıyla örtüyor. Solumalar
sessiz bir ışıkta rüzgâr gibiydi. Gözlerimiz
yumulu, kirpiklerimiz sulara sürüyordu...
Hüznün bahçelerinde dolaşıyorduk gün boyu...
Sessiz bir çığlık umuda açılan kapıları zorluyordu.
Sevgi...
Dostluk...
Arkadaşlık...
Ekim ayının son günüydü...
Evlerimizin kapıları gün doğmadan çok önce çalındı...
“Kim o?”
Sesimize yanıt geldi:
“Polis...”
Evlerimiz
arandı, telefonlarımız alındı...
Gözaltına alınmıştık.
Oysa zamanın akışında engin sulara yönelmiştik sevdaların
görünmeyen yüzünü yakalamak için.
Hep
barıştan, kardeşlikten yanaydık...
İnsandık!
Alev alev yanan bir günün ortasındaydık.
Polis çok kibardı bahçeye çıktığımızda...
Park yerinde bulunan polis aracına giderken, şöyle
demişti:
“Size kelepçe vurmayayım, kolunuza gireyim
sadece...”
Koluma girdi, birlikte yürüdük.
12 Eylül’den 35 yıl
sonra yine gözaltına alınıyordum...
O anda içimde bir hüzün bulutu geçti...
Sabahın köründe uyandım 120 gün sonra...
Orhan Erinç, Aydın
Engin ve ben dışarıdaydık, arkadaşlarımız
içeride, Silivri’de...
***
Sabah gazetenin birinci sayfasını gördüğümde
hüzünlendim...
Başta Akın Atalay’ın fotoğrafına baktım uzun
uzun... Sonra Murat
Sabuncu’nun... Kadri Gürsel, Güray Öz,
Hakan Kara, Turhan
Günay, Musa
Kart’ın... Bülent
Utku, Mustafa Kemal Güngör,
Önder Çelik ve Ahmet
Şık’ın...
Akın Atalay’ın yazdıklarına göz attım sonra.
Akın diyordu ki:
“Yargıyı kendi iktidarlarının çıkarları doğrultusunda
hizmet veren bir kamu idaresine dönüştürdüler.
Baskı, tehdit, siyasi ve ekonomik ambargo ve
hapisle medyayı da hizaya sokmak, iktidar silahına
dönüştürmek istiyorlar.
Epey yol katettiler. Ama hâlâ direnen, teslim olmayan,
demokrasi, hak, hukuk, adalet, gazetecilik ve özgürlük
ideallerine bağlı insanlar var...
Umudumuzda...”
Murat Sabuncu:
“Bugün 4 ay, yani 120 gün, 16 hafta, yani 2280 saat
doldu.
17 saat aile görüşü, 17 saat avukatlarımızla görüş, bir
saat telefon görüşmesi, bir saat milletvekili görüşü
toplam 36 saat hücrelerin dışında kaldık.
97. günde güneşi hücrenin karşısındaki
pencereden ‘sektirmeli de olsa’ gördük. Uzun uzun
güneşin yansımasına baktık. Bunu hayra yorduk...”
Biz üç kişi Orhan, Aydın ve ben güneşi, yağmuru, karı dışarıda
gördük, tutuksuzduk çünkü...
Yol arkadaşlarımızı her gün andık...
Onlara selam gönderdik...