Bulutlar uçuşuyor muydu, yoksa gökyüzü mavi bir yalnızlığı
öfkeyle mi karşılıyordu!..
O sırada aynaya baktı bir süre.
Shakespeare’nin dizeleri:
“Yaşlısın deseler de bana. İnanmam aynalara. Gençlik ve sen aynı
yaştasınız ya!”
İçinde derin bir sızı, yüreğini alıp
götürdü, bilinmez mevsimlere.
Yannis Ritsos’un bir kitabını alıp okumaya
başladı.
Kuşlar havalandı evinin çatısından.
Odanın penceresini açtı.
Işığın kilitlendiği karanlık
kafesleri, yalnızlığın kelepçesini, acıyı, hüznü,
gurbeti düşündü.
Yıl 1978 aylardan Aralık…
Tuhaf duygular içindeydi. Yıllar geçmiş, kendi avuntuları içinde
yaşama tutunmaya çalışıyordu.
Lanet terör can almaya devam ediyordu…
Ana kuzuları toprağa verilirken kentin üzerine sis
iniyordu.
O hep laiklik temelinde demokrasiyi savunuyordu. Terörün nereden
gelirse gelsin bir insanlık suçu
olduğuna inanmıştı.
Diyordu ki:
“Çağdaş dünyanın bir parçası olan Türkiye’nin temel hak ve
özgürlükler açısından hak ettiği yere getirilmesi toplumumuzun da
beklentisidir.”
Peki bir toplumda güven unsuru nedir? Bireylerin
hak ve hukukuna saygı… Demokratik bir siyasal
rejimin böylece yaşam biçimine dönüşmesi…