Denizin yüzlerini aydınlattığı bir geceydi belki...
Gözlerinin saflığını yitirdiğini bilmedikleri bir umut yolculuğuna
çıkmanın telaşı içindeydiler.
Anlamı kalmayan sözcükler!
Başlarında dönen martıların, yıldızların ışığı altında... Karanlık
ateş evini anımsatan tekne içinde. Yarısı çocuk, yarısı kadın,
erkek...
Tüm dünyanın bildiği yolculuğa çıkmışlardı...
Bodrum’dan denize açılmıştı şafak sökmeden önce...
Yönleri belliydi: Kalimnos Adası...
Bir süre yol aldı eskimiş ahşap tekne ve alabora oldu...
Artık alışageldiğimiz facialardan biriydi...
14 kişi kurtarıldı Sahil Güvenlik tarafından. 10’u çocuk, 4’ü
kadın, 18 kişinin cansız bedenine ulaşıldı.
Ölü çocukların çoğu teknenin kabinindeydi...
Acılar denizi, ölüm denizine dönüştü...
Bir İyonya masalı değildi...
Azra Erhat’ı, Cevat Şakir’i, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu anımsadım,
binlerce yıl önceye gittim, yaşamın o büyülü atlasında gerçekleri
aramaya koyuldum.
Küresel güçlerin, vahşi kapitalizmin sahneye koyduğu “Arap Baharı”
Ortadoğu coğrafyasında yaşayan halkları birbirlerine boğazlatmış,
kardeşi kardeşe vuruşturmuştu.
Toprağın delice saldırdığı o kıvrım, hayatı oralarda yaşanmaz
kılıyordu.
Hayat avuçlarımızdan kayıp giderken bizler seyrediyorduk
sessizce.
Sağır sınırlar, korunmasız insanlar...
Rüzgâr hangi ölüm yolcularının üstüne esiyor, kan çiçekleri bu
topraklarda niçin açıyor?
Yüreğim kelepçeli...
Parmaklarım buz kesmiş...