Hayatı, siyaseti, barışı hiç sevmedik...
Çocukları
sevmedik, kadınları dışladık, hor
gördük...
Ölü çocukların, gençlerin bedenlerini çiğnedik, toplumu
ötekileştirenlere alkış tuttuk hep...
Umutlarımız kör gecelerin içindeydi, işçiler AVM inşaatlarında
naylon çadırlarda uyurken...
Onlar uyurken, cayır cayır yandı
naylon çadırlar gözlerimizin
önünde...
Emekçilerin,
üniversiteli gençlerin,
işsizlerin, kadınların, erkeklerin
hayatını kurtarmak için değil, onları öldürmek
için uğraştık tüm
gücümüzle.
Kapı komşumuzu düşman
belledik, cehaletin kör
kuyusunda yaşayanlara kucak açtık, önümüze gelene
boyun eğdirmek istedik.
Başka insanların dinine, inancına karıştık, etnik
milliyetçiliğin peşinden gitmeyi
yeğledik...
O kahpeliği göremedik, faili
meçhulleri aydınlatmak
istemedik.
Öfkeyle, kinle,
nefretle beslendik...
Temel hak ve özgürlükleri elimizin tersiyle
ittik, evrensel hukuku
görmezdengeldik...
Rezidanslar dikerek uygarlaşacağımızı sandık, hayatı kutsayacağımız
yerde“şehitler ölmez, vatan
bölünmez” diye kendimizi avuttuk...
Yoksul ailelerin evlatları vatana feda ediliyordu bu
ülkede.
Varsılların çocukları şehit
düşmüyordu bedelli askerlik yaptıkları
için...
Bize sevgi, kardeşlik ters
geliyor, kan ve vahşet sarmalı
ivme kazanıyordu.
Bize yollara mayın döşemek
yakışıyor, Diyarbakır çarşısında karısıyla
alışverişyapan astsubayı, kızıyla çarşıya
çıkan polisi
öldürmek düşüyordu...
Biz, bize benziyorduk...