Beni ellerimden tut, beni sev, beni tüm hüzünlerimden
kopar...
Issız öpüşlerinle oyala beni, saçlarımı okşa, o sonsuz göğün
altında beni kucakla...
Çocukluğumu getir bana, topaçlarımı, bilyelerimi, rengârenk
uçurtmalarımı... Kırk derece ateşle yatarken başucumda sabahladığın
gecelerdeki gibi bana ninni söyle... Yum gözlerini ve bana bir
masal anlat...
Güneşin donuk sarı gölgelerinde acılı gözlerle bakma bana...
Derinden bir acıyla seslenme, sevgini yine eskisi gibi saklama
n’olur!..
Hani akşam yıldızının kıskanç gülümseyişi vardı ya o mavi yaz
akşamlarında, hep öyle yaklaş yanıma...
Benim sakladığım düşleri, ay karanlığın içinden çıkarken salıver
özgürlüğün bembeyaz köpüklerine...
Umudun acıyla buluştuğu, genç ölülerin her gün toprağa verildiği
benim ülkemin anneleri, hepinizi kucaklıyorum?..
Annem benim, annelerim!..
Kiminiz sınır boyunda yitirdiniz çocuklarınızı, kiminiz dağda.
Kiminiz nöbette, kiminiz yargısız infazda. Kiminiz demir
parmaklıklar arkasında açlık grevinde, kiminiz hain ve kalleşçe
kurulan bir pusuda yitirdiniz çocuklarınızı...
Türk’ü, Kürt’ü, Çerkezi, Lazı, Alevisi, Sünnisi tüm anneler,
acınızı yüreğinizde taşıyorsunuz, biliyorum... Ben her sabah acılı
gözlerle karşılaşıyorum sokaklarda...
Ben karabulutlar yerine kırmızı gülleri seviyorum...
Hüznün grilerini bir kenara koyup o acılı yüzleri sevinçlerle
örtmek istiyorum...
Yürekleri güneşlerin ısıttığı engin sularda çoğaltıyor, annemi,
anneleri ışıktan daha parlak seslerle uyandırıyorum...
Benim gözlerim çok uzaklarda bir şeyler arıyor...