Günlük yaşamda kimi zaman bir görüntü, esinti, renk, koku,
davranış, ses, gürültü belleğin gizemli kapısına vurur;
çağrışımla zamanın gerisine kayan düşünce,
eski bir kitabın unutulmuş sanılan yapraklarını
çeviriverir...
Yaşadığını yeniden yaşamak için yıllar öncesine dönerken, güneşli
günleri özlüyorum.
Her şey tekdüze geliyor belki bize.
O anda önüme bir fotoğraf, yüreğime
hüzün düşüyor.
Bir kıyı kasabasında o bilinmeyen mevsimleri
bekler gibi soluksuz duruyoruz.
Bir anda kitabın sayfalarını çevirirken
aklıma Manisalı lise öğrencisi çocuklar
geldi. Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde
öldürülen 10 tutuklu ve hükümlü
de...
Cenazeleri aynı gün ailelerine teslim edildi ve sessiz sedasız
toprağa verildi.
Zaman tünelindeydim...
Yıllar çok çabuk geçiyordu...
***
Ulucanlar katliamı 26 Eylül 1999’da
yapıldı...
10 savunmasız insan, boğazları kesilerek,
kurşunlanarak katledildi.
Bu bir vahşetti...
ÖDP İstanbul örgütü
üyeleri, DSP’nin önüne siyah çelenk
bırakırken olaylar oldu, polis orantısız güç kullandı.
O tarihte “Mor Menekşeler” başlıklı bir yazı yazıp şöyle
demişim:
“Türkiye Cumhuriyeti laik demokratik sosyal bir hukuk devletidir.
Türkiye’de siyasi partiler, yasaların ve anayasanın koruması
altındadır.
Siyasal kimlikleri ne olursa olsun insanların Ulucanlar’daki
vahşete karşı demokratik tepkilerini kullanmaları bir
haktır.”
18 yıl geçmiş aradan...
18 yıl önce de cezaevlerinde 18-25 yaş arasında
tutuklu ve hükümlüler vardı, bugün de var.
18 yıl önce de akciğer, karaciğer, solunum, kas vb. hastalıklara
yakalananlar vardı, bugün de var.
50 yıllık
gazetecilik yaşamımda 12
Mart öncesini de yaşadım, sonrasını
da... 12 Eylül’e geçiş sürecini de...
Öğrenci-işçi olaylarının çatışması içinde, acımasız
cezaevi koşullarını da...
Bunların hepsine tanıklık ettim.
Kanlı Pazar’lar, 1
Mayıs’lar, 15/16
Haziran’lar... İzmir İnciraltı,
Kahramanmaraş katliamı.
O dönemlerde bile gazetecilik bu denli ayağa
düşmemiş, gazeteci, gazetecinin düşmanı
olmamış, böylesine mesleki bir kırılma
yaşanmamıştı.
Kin, intikam, nefret sarmalında
yaşamamıştık...
***
Zaman tünelinde geçerken hem eski kitabın sayfalarını
çeviriyorum, hem de not defterime
bakıyorum...
19 yıl önce yayımlanan yazımda diyorum ki:
“Devlet insanına bu denli acımasız olabilir mi? Basın, olayları
böylesine çarpıtarak yayımlayabilir mi?”
Dün de öyleydi bugün de öyle...
Değişen bir şey yok...
Üstelik bugün daha acımasız medya...
1980 sonrası...
İnkılap Dal’ı bu köşede çok yazdım...
İnkılap, 22 yaşında bir hükümlüydü. Aydın E Tipi
Cezaevi’nde yatıyordu.
Kan kanseri olan İnkılap tedavi edilmedi.
O yıllar toplumumuz, medyamız daha
duyarlıydı.
Kamuoyu desteği sağlandı ve cezaevinden çıktı...
Doktorlar bir ay ömrünün kaldığını söylüyordu.