Akşam saatlerinde trafik ışıklarının olduğu yerde görüyorum
aylardır o kadını...
Kucağında bir bebe, yanında iki sarı saçlı, mavi gözlü kız çocuğu,
yaşları 4 ve 5 olmalı.
Kadının boynunda bir kartona yazılmış bir
yazı:
“Açız, ekmek parası için yardım edin bize...”
Kötü bir Türkçeyle yazılmış eğri büğrü bir yazı...
Sonbahar soğuğu, kadın ve
çocuklar...
O kadını gördükçe Suriye’de yaşanan iç
savaş, Musul, şehit cenazeleri, terör geliyor
aklıma.
Karmakarışık duygular içindeyim...
Musul’a uzanan yolu düşünüyorum... Lozan
tartışmasının durduk yere gündeme
getirilmesine... Başkanlık
sisteminin gerçekleşmesi için gözle görülen
gelişmelere.
Musul operasyonunu bunlardan ayırmak olası değil.
Bu arada “Yenikapı ruhu” sizlere ömür,
artık “Osmanlı olma” ruhu
doğdu...
Hayatın akışı, insanların ölü
bedenleri üzerinde estirilen siyaset
fırtınasını, “başkan baba” olmanın hayallerini,
parlamenter sistemin bir kenara itileceğini anlatmak
boşuna.
Musul’a girmek, savaşın bir parçası olmak, gücünü
göstermek içgüdüsü.
Bu arada cezaevleri tıka basa
dolu. Doluluk oranı yüzde 104.
Generaller, polisler, yargıçlar, savcılar, gazeteciler, işadamları.
Sınırsız gözaltılar...
Ülkeyi yönetenler şöyle diyor
bugünlerde:
“FETÖ 40 yıldır sinsice devletin kılcal
damarlarına girmiş, kimse fark etmemiş.”
Ülkeyi yönetenlerin böyle konuşmaya hiç hakları yok.
Çünkü 17/25 Aralık öncesi ve sonrası
var.
Onu geçtim...
Adana DGM’nin kararı var:
“Gülenciler terör örgütü...”
Bu bir yargı kararı...
Eğer 17/25
Aralık olmasaydı, 15/16
Temmuz kanlı darbe kalkışmasını yapmasalardı iktidar
onlarla kol kola olacaktı bugün...