Hayatın ucuna tutunmuş insanlar umutlarını yitirmiş benim
ülkemde...
Terör cinayetleri, asker-polis
şehitleri!
Geride kalan analar,
babalar, eşler,
çocuklar, kardeşler.
Gazetelerin başlıkları, haberler, şehit düşenlerin
yaşamöyküsü...
Bir sonbahar sabahı mı, yoksa yaz sabahı mı uyandım uykudan
bilmiyorum...
Çatışma haberleri dur durak bilmiyor.
IŞİD’in işgal edip egemenliğini sürdürdüğü
sınırımızın dışından Türkiye’ye sızdıkları
gerçeği, bir askerimizin onlar tarafından öldürülmesi,
birinin kaçırılması,Irak’ta bir
şantiyenin silahlı
zorbalarca basılması...
Önce kimlik
kontrolü... Türk olanların birer
birer seçilip kaçırılması...
18 işçimizin rehin alınması karşısında
iktidar ne yapıyor?
İktidar medyaya
yönelik operasyonları hızlandırıyor...
Meslek örgütleri olup bitenleri yalın bir biçimde
açıkladı.
Demokrasi, özgürlük, temel insan
hakları...
Bunlardan söz etmek, insan hakları savaşımında öncü olmak benim
güzel ülkemdeneredeyse suç
sayılacak.
Sözcükler anlamını yitirmiş, düşünceler açıklanamaz
olmuş.
Bir pazar sabahı, ışık
kümesi bir
bulut gibi İyonya Denizi’nin
üzerinde dolaşırken, umudun, sevecenliğin bir çiçek
gibi açmasını bekliyorum...
Şaşkınım!
Tedirginim!
Bir çocuğun, annenin, babanın gözlerinde acıyı, hüznü
görüyorum.
Şairin dizelerinde olduğu gibi hayat:
“Sesin yağmur kadar ilkel
seninle ufuk arasında
Güller de şarkılar da sessizdir sen varken...”