Aşk ve düş parantezleri arasına bedenini koyan
Marie, kırmızı bir güneşi yakalamaya çalışıyordu... Bir süre denize
baktı...
Mavi akşamın ortasında kiralanmış
sessizliğin içindeydi Marie... Gözleri titriyor,
elleri büyüyordu... Birden Jacques
Prevert’in söylediği şarkıyla irkildi...
N’apıyorsun orda küçük kız
Yeni koparılmış bu çiçeklerle
N’apıyorsun orda genç kız
Bu çiçeklerle bu kurumuş çiçeklerle
N’apıyorsun orda güzel kadın
Bu solan çiçeklerle
N’apıyorsun orda yaşlı kadın
Bu ölen çiçeklerle
Sevgilimi bekliyorum
Marie eski sevgiliyi düşünüyordu o şarkıyı dinlerken...
Bedeni buz kesti, üşüdü bir
anda...
“Eski sevgili, eski sevgili...”
Kendi kendine mırıldandı...
“Çok tuhaf geliyor bana bu. Bunu ona yakıştıramıyorum, kendime
yakıştıramıyorum... Bir şeyin, birinin eski olması için, bir yenisi
olması gerekmez mi? Yenisi kim peki? Şu karşımda oturan, dört beş
aydır tanıdığım, tanımaya çalıştığım adam mı?”
Gözlerini yumdu...
Aklına bir soru geldi:
“Niye ben bu adamla beraberim?”
Adamın adı Paul’dü...
Bir şirke...