Tarihe not düşmek için - 33
Kurban Bayramı’nın dün ikinci günüydü...
Bayram baharı değil, sanki yazı getirmişti... Şeriatçı vakıflar
sabah sabah kurban derisi toplamaya
başlamışlardı...
Bu yıl yaklaşık 10 trilyonluk kurban derisi, zekât
ve fitre toplanacaktı. O nedenle vakıflar ne
zamandır tetikteydi ve sessiz sedasız 10
trilyonluk “kurban pastası”ndan kendilerine
düşecek payı almak için yollara koyulmuştu...
Gün onların günüydü. ANAYOL
iktidarı şeriatçılara el altından haber salmıştı:
“Gürültü çıkarmayın, derileri
toplayın...”
Kurban Bayramı’na bir hafta kala şeriatçı
vakıflar bu yıl ilk kez değişik bir yöntem izlemişti. Kimi şeriatçı
vakıflar şehit ailelerine yardım yapmışlar, bu arada “Mehmetçik
Vakfı”na da para bağışında bulunmuşlardı...
Şeriatçı vakıfların bu yardım ve bağışları
10 milyarı bile bulmuyordu. Ama kurban derisinden
kendilerine düşecek pay ise bir hayli yüklüydü. Bu şeriatçı
vakıfların en “babası” olanı başında “tarikat
baronu” bulunanıydı. İşin ilginç yanı, vakfın genel
müdürlüğünü yapan kişinin de emekli albay oluşuydu.
Acaba “tarikat baronu”nun başında
bulunduğu, emekli albayın genel müdürlüğünü yaptığı şeriatçı vakıf,
1995 yılında ne kadar kurban derisi
toplamıştı?
Hemen açıklayalım: 2 trilyonun
üzerinde...
Askeri liselere sahte sağlık raporuyla öğrenci
sokan vakfın, son yıllarda “dokunulmazlığı” olduğu bir
gerçekti. Okulları çoğalmış, yurtları,
dershaneleri, hastaneleri
Türkiye’nin sınırlarını aşmıştı. Şirketleri Ege’den başlayarak
İstanbul, Ankara gibi kentlere yayılmıştı. Gaziantep’ten Van’a,
Bursa’dan Edirne’ye dek fabrikaları, inşaat, tekstil, gıda
sektöründeki yatırımlarıyla “Anadolu”yu
kuşatmıştı.
İşler tıkır tıkır yürüyordu...
Okulların, yurtların, dershanelerin girişinde
Atatürk büstleri vardı. Her yurdun, her
dershanenin, her okulun her salonunda Atatürk büstleri, köşeleri
bulunuyordu. Yani oyun kuralına göre oynanıyor. Ancak Atatürk
büstlerine sabah akşam tükürülüyordu...
Son yıllarda vakıfların genel müdürlüğüne
atanan kişilerin “emekli asker” olmaları, gerçekten hayli
düşündürücüydü. Askerlerle arasını bir türlü düzeltemeyen
“tarikat baronu” emekli yargıç ve savcıları vakıflara
yerleştirdikten sonra şimdilerde emekli askerleri vakıflarına genel
müdür yapıyordu.
***
Tarikat baronu, “medya”yla
da arayı düzeltmişti. Artık kimse onun aleyhine haber yapmıyor,
yazı yazmıyordu. Tarikat baronu, en kızdığı, mahkemeye verdiği kimi
gazetecilere bile bayram kartı gönderiyor, onlara ‘aydın’
diye sesleniyordu.
Eh, hilenin böylesi görülmemişti
doğrusu...
Tüm bunlar olup biterken şeriatçılar, bir
“iç hesaplaşma”nın içine girmişlerdi. Milli
Gazete “tarikat şeyhi”ne “din baronu”
olarak yükleniyor, Işıkçılar’ın yayın organı
Tür
kiye gazetesi “Patriğe
gizli ziyaret” başlığını atıp “İlk hedef Ruhban Okulu’nu
açmak”
diyordu. Fener Rum Patriği
Bartholomeos’un fotoğrafının altında ise “Kin
kustu” yazıyordu.
Oysa bir süre önce kamuoyunun Fethullah Hoca
olarak tanıdığı Fethullah Gülen, Fener Rum
Patriği’yle buluşmamış mıydı? Bu buluşma sırasında hoşgörü adı
altında Heybeliada Ruhban Okulu ve Batı Trakya’da kurulması
düşünülen Türk okulu konuşulmamış mıydı?
Acaba Fethullah Hoca’yla Fener Rum Patriği daha
neler konuşmuştu, hangi konuları gündeme getirmişlerdi?
Türkiye, Zaman, TGRT, Samanyolu TV arasında
kıyasıya bir “rekabet” vardı. Enver Ören
ile Fethullah Hoca “siyaset, ticaret, cemaat” üçgeninde
“sermayenin dili, kulağı” olma yolunda birbirleriyle
yarışıyorlardı...
Fethullah Hoca Fener Rum Patriği’yle görüşürken
sesini çıkarmayanlar, Avrupa Parlamentosu Hıristiyan Demokrat Grubu
üyeleri Bartholomeos’u ziyaret edince neden ‘Kin kustu’
diyorlardı?
***
Müslüman kişi insanları aldatır
mı?
Murat Bardakçı Hürriyet’te
yazdı. Yazısının başlığı şuydu: “Keriman Halis’i
televizyonda aldattılar...” Murat Bardakçı bu aldatılma
öyküsünü anlatırken şöyle diyordu:
“Dünya güzellik tacını giymiş tek Türk
kızıydı Keriman Halis... 1932’de dünya güzeli seçilmiş, Türkiye’yi
bütün cihana duyurmuştu... Bu yazı ‘milliyetçi ve
mukaddesatçı’ olmakla övünen TV kanalının, şimdi 80’lerinin
baharını süren Keriman Halis’e yaptıklarının
öyküsüdür...”
Milliyetçi ve mukaddesatçı televizyon kanalı,
Fethullah Hoca’yı sık sık gördüğümüz Samanyolu’dur. Program bir
aldatmaca üzerine kurulmuştur. Aynı televizyon kanalı,
Hasan Tahsin için de düzmece bir program
hazırlamıştı.
Spa’da 64 yıl önce güzellik yarışmasının jüri
başkanı şöyle demiş:
“Bir Türk kadınını sahnede çıplak mayoyla
teşhir edeceğiz. Bu bizim için en büyük başarıdır.”
Yani güzellik yarışmaları, Hıristiyan
dünyasının tertiplediği bir oyunun parçasıymış. Murat Bardakçı
yazısını şöyle noktalıyor:
“Onlara göre başta Keriman Halis olmak
üzere yarışmalara katılan herkes alet olmuştu bu oyuna... Sonra, iş
dönüp dolaşıp Atatürk Türkiyesi’ne
getirildi. Keriman Halis’in habersiz çekilmiş konuşmaları kesilip
işlerine gelecek şekilde monte edilip verildi ve memleketin ismini
cihan âleme duyurmuş kim varsa, bir bir
karalandı...
Bu TV kanalının piri ‘Hoca
Efendi’, müritlerini ‘İslami terbiye ve edep’
vadilerinde irşad ederken, ‘edep’ adı altında, 80’ini
geride bırakmış hanımları aldatıp onlara ekrandan hakaretler
yağdırma dersi vermiş olacak...”
Evet, öykü böyle...
Demek ki ‘hilenin’, yani ‘takıyye’nin sınırı
yok...