Sağır, eski bir pişmanlık, anlamsız ayıp
gibi boş sözlerin arkasına sığınıyor, kesik
çığlıklar çaresizliği inatçılığa dönüştürüyor...
Ölümlerle yatıyor, ölümlerle kalkıyoruz.
Bu acı, bu kin, bu hüzün, bu nefret!
Güneşin güzel ezgisinden, iki çekiç gibi
bedenini döven günleri anımsamak istemiyorum.
Geniş bir zaman dilimi içinde bir haykırış, bir çığlık geliyor
aklıma:
“Güzellik bir başka geceye saklar köklerini ve bir başka
günde yeniden doğar!”
Tam bu sırada kendimle yüzleşmek istiyorum...
Biz kendimizle ne zaman barışıp art arda gelen ölümlere,
katliamlara karşı çıkacağız?
Biz ne
zaman IŞİD için “eli kanlı
katiller” diyerek alanları doldurup “terör nereden
gelirse gelsin bir insanlık suçudur” diyerek tüm terör
örgütleri lanetleyeceğiz?
Biz ne zaman PKK’ye karşı Kürt,
Türk, Laz,
Çerkez, Süryani...
Etnik, mezhepsel kimliğimiz ne olursa olsun, “yeter artık
akan kan dursun” diye yeri göğü inleteceğiz?
Biz ne zaman her Kürt yurttaşımızı “potansiyel
terörist” olarak görüp kentleri
kuşatıpevleri harabeye çevirmekten
vazgeçip vicdanımızın sesini dinleyeceğiz?
Hiçbir dönem yapmadık bunları...
1980 öncesi de yapmadık, 90 sonrası da.
Faili meçhul cinayetler, aydınlarımızın,
yazarlarımızın, gençlerimizin katledilmesi...
Madımak, Kahramanmaraş,
Suruç, Diyarbakır,
Gaziantep, Reyhanlı,
Ankara,İstanbul katliamları.
Evet, biz ne zaman yüzleşeceğiz, ne zaman düşünmeye
başlayacağız?
Bunca kayıp, bunca şehit, bunca ölüm...
Bu denli vicdansız mı olduk
söyleyin!
***
Denizyıldızının parladığı bir yerde eski zaman masallarıyla
avunan bir şehidimizin çocuğu, gözyaşlarını tutamıyor...
Yalnızlık ve ölüm sarmalı iç içe
girmiş.
Biriken acılar, kin, nefret, intikam duygularının alevleri kuşatmış
dört bir yanımızı.
Sanki zaman durmuş!
Binlerce yıllık tarihin ve kültürün boy verdiği topraklar kanla
sulanır olmuş.
Rusya Dışişleri Bakanı diyorki: