Acının, hüznün kuyusu karanlıktır, gün ne
kadar aydınlık olursa olsun. Acı çırpınır ana yüreğinde, hüzün
çocukların gözlerinde...
Acının kuyusunun derinliğinde neler yaşandığını
göremezsin...
Bazen bir düş kurarsın geleceğe ilişkin, umuda
yolculuk yaparsın. Bir su gibi dingin
akarsın.
Yaşama, sevdaya koşarsın.
Çevir tarihin sayfalarını, dünü bugünü anımsa istersen.
Dinsel ve etniksel kimlikler özgürlükçü, demokrasi bilinciyle
donanmamışsa, o karanlık derin kuyuya düşersin.
Sömürülürsün, emeğinin karşılığını
almazsın, demokrasiyi ve özgürlükleri yaşam
biçimi yapamazsın.
Acı, durmuş saatin sarkacıdır, usta öyle söylemiş
öyle yazmış geçmişte. O sarkaç gün ağarırken sallanıp
dururmuş...
Nasırlanmış bir acının can kafesinde, yürekler
bağnazlığın döküm kalıplarındataşlanır;
köpekler dolaşırmış kaz adımlarıyla ortalıkta.
Masalcı babalar, dedeler varmış, acının
karanlık kuyusunu çok iyi bilen, çocukların gözlerinden geçen hüzün
bulutlarını gören...
Tüm gücüyle bağırırmış, haykırırmış, uyuyanları
uyandırmak için...
“Kitabın yaprağı sonbahardır sararmış beziyle vurur aklın
kapısını:
- Kim ooo?
- Ben diyemezsin biz
diyemedikten sonra yalnızlığın
acısında kıvranarak.”
***