İnsan hayatının, kayıpların
önemsenmediği bir dönemden geçerken ister istemez şu
soru aklınıza geliyor:
“Bu gidişin sonu nereye varacak?”
Ölümden öte ne var insan hayatında...
Şehit cenazeleri, kayıp çocuklar, viran
evler, yoksulluk.
On binlerce asker kimi
zaman ölümün kıyısında, kimi
zaman içinde...
Onların anaları, babaları, kardeşleri, eşleri, çocukları
var.
Hayatın kendi akışı
içinde adaletsizliği umutsuzlukla yan
yana koyduğunuzda, acıları zamanın içine yaydığınızda aklınız
karışıyor.
Düşünüyorsunuz uzun uzun...
Çözüm süreci, barış, kardeşlik derken nereye geldiğimizi; kin,
nefret duygularının neden bu denli arttığını, kör terörün nasıl
tırmandığını anlamakta zorluk çekersiniz.
PKK terörüyle mücadele
ederken, IŞİD belasının Ortadoğu’da
nasıl filizlendiğini, kimlerin destek verdiğini, emperyalizmin
Büyük Ortadoğu Projesi’nin hayata geçirilmesi
için köktendincilerle nasıl pazarlık
ettiklerini anlarsınız.
Elbet birden değil...
Suriye’yi Irak’laştıran zihniyetin Türkiye’yi
Suriye’leştirmek istediğini neredeyse iki yıl önce yazmış, Suriye
sınırının yabancı devletlerin
istihbaratçılarıyla dolup taştığını
anlatmıştım...
Toplum derin bir kaygısızlık içinde olup
bitenlerden habersizdi.
Aslında Reyhanlı katliamı, ardından
başlayan süreç, Adıyaman merkezli IŞİD
yapılanması, dış ve iç güçler...
***
Kana kan, intikam sarmalında yaşayan toplumlarda demokrasi ve
özgürlükler bir yaşam biçimi olmaktan çıkar...
Şiddet, intikam, nefret duyguları toplumda egemen
olur. Kardeş kardeşi öldürür. Mezhep
savaşlarıyla yaşanılan topraklar kan gölüne dönüşür...
Bu yüzden yakın tarihin sayfaları kanlıdır...
Olan masum insanlara olur!
Sinsi, Panamalı, örtülü,
kutulu mutulu bir sömürü düzeni, din
sarmalıyla birlikte gelişir...