Ağacın duruşu esen yeli mi gösterir, yoksa uzun soluklu bir
sevgiyi mi?
Geçen yıllar insanı nedense bir başka evrene
taşıyor, ellerimizin erişemediği yerlerde de belki de aydınlanmak
istiyor yüreğimiz...
Bir çocuğun bakışları, tüm güzellikleri topladığı saatlerde
umutların yeniden kartopuna dönüşmesi karşısında nedense
buruk bir acıyı beraberinde getiriyor...
O çocuk yanına yaklaştığında annenin, düşlerimizle
avunmaya başlıyoruz...
Çekingen ve ürkek yakınlaşmalardan hiç bıkmadık. Yılgınlığı bir
yaşam biçimine dönüştürdük...
Bak çocuğum iyi dinle:
Fırtına, toprağın bittiği mavi bir
aydınlığın izdüşümüdür şimdi... Gözlerimizde bitmeyen o
sevda yeryüzünün hiç bilmediği solukları bir bilinmeyene götüren
yerdir...
Aşklar ve sevgiler bitmiştir!..
Karanlık seslerde çoğalan, yaşam değil ölümdür!..
Yollar boştur; yalnızlık çağdaş uykusundadır...
Adını unuttuğum bir sokakta Apollinaire’nin
rüzgârının söndüremediği kızıl saçlı meşale, onur ve sonsuzluğun
çifte darağacıdır...
Közlenmiş ve kenarlara yığılmış bir gökyüzü, eski zaman
masallarını anlatır sana!..
Fenerlerin yandığı sarı şafakta siyah gözlü bir
kadın, bir çocuğun minik ellerinde umudun kilidini açmaya
çalışır...
Bilir misiniz, umut zorlu ve depdelidir. Sonsuz bakışlar ise
kırılgandır...
Yaşamın içinde hiçbirini ayırt edemeyen toplum, alışılagelmiş
cinayetlerde, suikastlarda kendi alınyazısını
g...