İnsanlık,
erdem, onur, dostluk, sevgi nedir,
hiç düşündünüz mü?
Ölüm nedir?
Hayatı binbir çiçekli dallarda çoğaltmak, savaş
değil barış istemek, sermaye-emek
çelişkisi!
Tarık Akan’ı bugün yüreğimize
gömüyoruz...
Tarık,
bir sanatçı, yurtsever, cumhuriyet
âşığı, devrimci, isyankâr
ruhlu, ezenin değil ezilenin yanında olan bir yiğit
insandı.
Bir sonbahar gecesinde bir yaprak daha düştü...
Bir acı...
Bir hüzün...
Biz acılar ırmağının kahramanlarından birini daha
yitirdik.
Halkının yanında
olan devrimci bir
sanatçıyı yitirmenin acısı içindeyiz.
Pencereden gökyüzüne bakıyorum. Esintili ama sıcak bir hava var
İstanbul’da.
Bir pazar yazısını nasıl yazmalıyım?
Bir yandan şehit haberleri öte yandan yaşamın o sonbahar
yorgunluğu...
Kimi zaman Nâzım Hikmet’i, kimi
zaman Kemal Türkler’i, kimi
zaman Doğan Öz’ü, kimi
zaman Uğur Mumcu, Musa
Anter, Hrant Dink’i
düşünüyorum.
Farklı ideolojileri olan, yurtseverlik paydasında buluşan
ölülerimiz geliyor aklıma birer birer. Ardından kendi kendime
soruyorum:
“Yaşamın acısı nedir?”
Cesare Pavese’nin dizelerini anımsıyorum o
anda:
“Sabahtan akşama dek uykusuz
sağır eski bir pişmanlık
ya da anlamsız bir ayıp gibi
ardına bırakmayan bir ölüm.
Bir boş söz, bir kısık çığlık
bir sessizlik olacak gözlerin; böyle görünür her
sabah
yalnız senin üzerinde
kıvrımlar yansıtırken aynada.
Hangi gün ey sevgili umut,
bizler de öğreneceğiz senin
yaşam olduğunu hiçlik olduğunu.”
***
Umut hayatın parçası değil mi?
Yüreğinde sonbahar çiçekleri, kurumaya
yüz tutmuş ağaçların dökülen
yaprakları, Lice’nin, Artvin’in,
Erzurum, Diyarbakır,
İzmir, İstanbul, Konya,Edirne’nin çocukları...
Dicle’nin, Fırat’ın bulanık
sularında dolunayın yansıması...
Karacabey Ovası’ndan geçerken gün batıyor,
dolunay Uluabat Gölü’nün
sularının üzerine düşüyordu iki gün önce.
Benim ülkem güzeldi...
Usumda büyüyordu çocuklar, gençler... Kör terör
can alıyordu...