Allah'ın kulunu sevmesinin son derecede önemli sonuçlarından
“kulağı, gözü... olma” hususu, hadisi açıklamaya çalışanları hayli
meşgul etmiş ve ortaya ondan fazla anlayış çıkmıştır. Şevkânî
bunları birer birer verip tenkit süzgecinden geçirdikten sonra;
kendi anlayışını şöyle dile getirmektedir:
“Bu kutsî hadisin bu parçasından benim anladığım mana, Allah
Teala'nın bu uzuvları, kendi nûru ile güçlendirmesi
aydınlatmasıdır. O nûr ki hidayet yolları onunla aydınlanmakta,
sapıklığın kara bulutları o gelince dağılmaktadır. Kur'an-ı Kerim,
“Allah'ın göklerin ve yerin nuru olduğunu” (en-Nûr: 24/35) açıkça
ifade etmiş, Rabbini görüp görmediği kendisinden sorulunca Hz.
Peygamber (s.a.) de “O nûrdur, onu nasıl göreyim?” buyurmuştur.
Allah Teala'nın nûrlar ile perdelendiği, Resulullah'ın (s.a.)
namaza giderken “Allah'ım kalbime nûr ver, gözüme nûr ver, kulağıma
nûr ver...” diye dua ettiği sahih hadislerde geçmektedir. Bütün
bunlardan sonra Allah'ın kuluna nûru ile yardım etmesine, bu sayede
kulun hayvanî-beşerî kirlerden arınmış, ulvî aleme katılmış;
Allah'ın nûru ile işiten, Allah'ın nûru ile gören, Allah'ın nûru
ile tutan, Allah'ın nûru ile yürüyen biri olmasına ne engel vardır!
Allah'ın Resûlü (s.a.), O'ndan bunu istedikten sonra bunda, Allah'a
yakıştırılmayacak, O'nun için caiz görülmeyecek ne vardır! Üstelik
Allah da kullarını şu sözü ile nitelemiştir: “Onların nûru
önlerinden ve sağlarından gider” (et-Tahrim: 66/8). Bu anlayışta
şeriatın getirdiği esaslara aykırı bir husus, Kitab ve Sünneti
bilen dindar âlimlerin akıllarının idrakine ters düşen bir taraf
yoktur... Hasılı hadisin manası şudur: İçine koyduğum nûrum
sebebiyle onun kulağı olurum, bu sebeple diğer insanların
işitmelerine benzemeyen bir şekilde işitir... Diğer organlar da
böyledir.