Okuduğu gazeteyi hafifçe katladı ve sonra gözlüklerinin
üzerinden bana baktı.
Orta yaşların sonuna yaklaşan endişeli modernlere yakışır bir
tavırla "artık doğru beslenme zamanım geldi" dedi.
Neden, diye sordum; hangi hastalıktan korkuyorsun, kanser mi, kalp
mi?
"Beyninizi korumak için beş besin" başlıklı yazıyı okumam için
gazetenin ekini bana doğru uzattı.. Hemen altta "beyin
fonksiyonlarınızı diri tutabilmek için yavaş karbonhidratlara
ağırlık vermelisiniz" şeklinde pek havalı bir laf vardı.
Anladım...
"Kafası çalışarak" yaşlansın, hafızası güçlü kalsın istiyordu.
Kim istemezdi ki!
***
Günümüz insanına sorsanız, "özgürüm" der; "güç bende" der ama gece
kafayı yastığa koyunca kendisini etkileyen koşulların sıradan bir
kölesi olduğunu bilir.
Her şey üstüne üstüne gelmektedir...
Hastalıklar, mutsuzluklar, yaşlılık, güçsüzlük, vd.
Tabii hemen yatıştırıcı medya teknikleri, haz politikaları, bir
tutam keçiboynuzları devreye giriyor.
Son yıllarda beslenme konusunun gözde hale gelmesi de bundan...
Genetikle, çevre şartlarıyla, toplumsal mecburiyetlerle korkutulan
insanları yatıştırmak için beslenmeyi kullanıyorlar. Mantık şöyle:
"Bak bir ağzın var; bir nevi kapı gibi düşün! Kontrolü sende; ne
yediğine dikkat edersen, belki yırtarsın!"
Elbette bütün bu uyarıları iyi niyetle yapan ve doğru beslenmeyi
halis amaçlarla gündeme getirenler de var.
Fakat neye yarar?
Artık "doğru beslenme" de mega bir endüstri.
Gel de, neyin doğru, neyin aldatıcı, neyin abartma olduğunu işin
içinden ayır!
***
Neyse...
Arkadaşıma dönüp "İnşallah" dedim; "benim de duamdır; nasıl elimiz
ayağımız tutar halde ihtiyarlamak istiyorsak, zihnimiz de
paslanmasın, hafızamız canlı kalsın! Fakat nasıl bir hafıza?
Aklımızı ne için kullanacağız? Asıl orası önemli değil mi?"