Pazar notları:
Başlamadan önce, belirteyim: Mevsimin ilk soğuk algınlığı biraz çarptı. Biraz da serinlikle birlikte gelen "alınganlık" belki... Beynim uğulduyor, burnum akıyor, gözlerim kaşınıyor. En iyisi, eski notlarıma geri dönmek. Biraz 2015, biraz 2013 yılı notlarına... Haydi, birlikte hatırlayalım...
***
Sevmiyor, anlaşma yapıyor. O yüzden hep huzursuz. Her seferinde
daha iyi bir anlaşma fırsatını kaçırdığından endişe ediyor.
***
Sevmiyor, sevmeye çalışıyor. O yüzden hep telaşlı, hep yorgun, hep
usanmış.
***
Sevmiyor, seviyormuş gibi yapıyor. O yüzden hep korku içinde. Ya
foyası meydana çıkarsa?
***
Dostluk artık bir hakikat olmaktan çok bir özlem... Güven
duygusunun alabildiğine cılızlaştığı, güvenlik arayışının her şeyin
önüne geçtiği bir gündelik hayat kültüründe dostluğa yer kalır
mı?
***
Derrida, insandaki dostluk arayışını "bir başkasına inanma ihtiyacı
ve özlemi"ne bağlıyordu.
Haklıydı. Dostluk nedir? Sık görüşmek, birbirimize katlanmak, aynı
şeyleri sevmek falan mı? Hayır! O yüzden "yol"un bittiği yerde
yoldaşlık, güvenin bittiği yerde dostluk da bitiyor.
***
"Bana yalanlar söyle, yeter ki güzel olsun" dünyasında dost nasıl
acı söylesin, söylerse nasıl dost kalsın!
***
Geçim gailesi, statü endişesi, sevilme şehveti... Bütün bunlardan
adına "hayat" dediğimiz bir hapishane kurmuşuz!
O yüzden kimseye "niye inandığın gibi yaşamıyorsun?" diye kızamam.
Bu hapishanenin duvarları yüksek, gardiyanları zalim. Kaçıp
kurtulması kolay değil. Uyuşmayı durdurmak, acı çekmeyi göze almak
gerekiyor... Ama yaşadığımız gibi inanmak zorunda mıyız? Hiç
değilse, bunu yapmasak!
***
Modern insan. Bir tür "hayatta kalma makinesi!" (Julian Barnes) Çok
azımız yaşıyor ama hepimiz ölünceye kadar hayatta kalıyoruz.