Sosyal paylaşım sitelerine teşekkür borçluyuz...
Sürekli başkalarının kötülüğünden şikâyet etmenin bizi iyi
kılmayacağını...
Başkalarının kibrini konu etmenin kendi kibir arayışımızı
saklayamayacağını...
Samimiyetten söz etmekteki samimiyetsizliğin eninde sonunda ortaya
çıkacağını...
Nihayet anladık... mı?
Yazıma böyle başlamak isterdim ama imkânsız...
Derdimi şöyle anlatayım...
Bir süredir orada burada sosyal medyanın psikolojimize yaptığı
etkiler üzerine yapılan çalışmalarla ilgileniyorum.
Okuduğum makalelerin haddi hesabı yok!
Hepsi de kişilerin kendileri ve başkalarına dair boş inançlarının
bu yolla iyice büyüdüğünü anlatıyor. Bu tavır bulaşarak
yayılıyor.
Oysa ne yalan söyleyeyim; sosyal medyayı seviyorum; negatif bakmaya
yanaşamıyorum.
Kaldı ki, hoşumuza gidip gitmemesi fark etmiyor; çünkü teknoloji
öyle bir şey ki, gelen gitmiyor.
Bir yandan birbirimizden ruhen uzaklaşırken bu kadar çok dijital
paylaşımda bulunmamız gerçeğiyle yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor.
Sosyal medyaya dikkatle göz gezdirdiğimizde karşımıza çıkan
tablo tokat gibi...
Ama "ayılan" yok!
Başkalarının kötülüğünden şikâyet edip durmanın bizi iyi
kılmayacağını belki biliyoruz ama sosyal medya sayesinde bu tavrın
bizi iyi gösterdiğini de öğrendik.
Hepsi bir yana...
Tam doğru düzgün bir "hikâye"miz olmadığından şikâyet eden kuşaklar
zuhur etmişken facebook, twitter, instagram imdada yetişip hepsine
birtakım "hikâyeler" kurgulama imkânı verdi. Hepimiz hikâye
kahramanıyız artık.
Yeni sarhoşluğumuz bu.
Zaten herkes kendinin reklamcısı.
Bazen bir selfie, bir özlü söz alıntısı, imalı bir video promosyon
yerine geçiyor.
Fakat "ürün ne?" diye sormak adı konulmamış bir yasak. Yok, çünkü
öyle bir şey.