Şimdi hatırlayacak mısınız, bilmem?
Tarih 2004...
Avrupa'da Türkiye, Türkiye'de Avrupa rüzgârları esiyor.
Tam bahar havası.
AB'nin bir "Avrupa kulübü" olmadığı, "küresel barışa yönelik yeni
bir misyon edinmesi gerektiği" sık sık dillendiriliyor ve bu
çerçevede Türkiye pohpohlanıyor.
İşte tam o sırada AB Konseyi resmi belgelerinde açıkça deklare
ediyor: "AB ile Türkiye'nin yürüttüğü süre- cin sonu
üyeliktir."
Ya sonra?
Sadece bir yıl sonra...
Almanya'nın (ve şimdi daha iyi anlaşılıyor ki AB'nin) siyasi
patronu Angela Merkel oluyor.
Merkel, Türkiye için yeni bir yol öneriyor: "İmtiyazlı
ortaklık!"
Yani aslında "üyeliği unutun, işbirliği yapalım, bu neyinize
yetmez!" diyor.
Bu hızlı dönüşümün üzerinde yeterince durduk mu? Hayır!
Almanya'nın bizi özellikle "dışarda" tutmak istediği gerçeğini
bildim bileli görmek istemedik.
***
Bir başka hatırlatma...
2013 yılı...
Fetö hareketlendikçe hareketleniyor.
Hele Gezi olayları ve sonrası...
Almanya da aynı dönemde bize çok ters yapıyor.
Sonra "çözüm süreci" ısınınca Almanya tekrardan dost
havalarda...
Hatta 2014 sonrası bir dönem geliyor ki, ilerde ayrıca mercek
altına alınmayı hak ediyor. Çünkü Şansölye Merkel'in ziyaretleri
sıklaştıkça sıklaşıyor; Merkel ve Başbakan Davutoğlu'nun şen şakrak
fotoğrafları etrafı kaplıyor.
Ama yine gözden kaçırıyor muyuz ne! Merkel mülteciler ve iç
güvenlik hakkında bize sürekli kendi çözümünü dikte ediyor.
Derken...
2016 yazı...
Almanya'yla aramızdaki mevsim kalıcı biçimde kışa dönüyor.
***
Yani anlamak için tarihte öyle çok gerilere gitmeye de gerek
yok!
İşin özeti şu...
Almanya Türkiye'yle işbirliği yapmaktan çok "iş yaptırma"yı;
müzakereyi değil, mümkünse "dikte etme"yi tercih etmiştir.
Bugünlerde bir şey daha deniyor Almanya...
Türkiye'yi kimin, nasıl, hangi sistemle yöneteceği konusunda kesin
belirleyici olmak istiyor.
Daha açıkçası...
Cumhurbaşkanlığı sistemini istemiyor ve Erdoğan'a açıkça cephe
alıyor.
Ancak bir dakika!