Nihayet geldik dayandık; soykırım yoktur, tehcir vardır.
Gelsinler arşive baksınlar.
Bu kadar mı, söyleyecek başka bir lafımız kalmadı mı?
Çok şükür, bu memlekette Ermeni konusunda yazacak şifreli olaylar
var.
Mesela Kerem Çalışkan’ın “Alman Cihadı ve Ermeni Sürgünü” (*) yeni çıkan, ciddi bir araştırmanın ürünü!
Şimdi bazıları soracak: Kardeşim onların dediği gibi olursa ne
olur?
Tabii kısa vade de ne olacağı belli olmaz.
Genç Türk kuşaklarına soykırımı onaylatmak, Osmanlı ve İttihatçı
dedelerinin katil olduğunu kabul ettirmek, özür diletmek!
Bu özür sağlanırsa arkasından yüz yıllık bir diyet olarak Ağrı
Dağı’nın, serden beri tarihi bir ders olarak gördükleri ünlü
Vilayat-ı Sitte’nin, Erzurum, Van, Elazığ, Diyarbakır, Sivas,
Bitlis’in Ermenilere verilmesi.
Soykırım karşıtı olarak tazminat ve toprak, onlar bunu ister.
Oysa biz de deriz ki savaş çıkar çıkmaz erkeksiz, çocuksuz kalmış
köylere Ermeniler saldırdı.
Sonra ne oldu?
Bölgede “Mukatele” (karşılıklı toplu öldürmeler) yaşanmıştır.
***
Oysa bu mukatelenin altında olan Almanlardır.
Öyle bir anlatılır ki sanki bir gece biz durup dururken Almanlarla
savaşa girmişizdir.
Hiç öyle olur mu?
Talat Paşa’nın anlattığına göre Almanlar bu konuda o kadar teşvik
edici olmuşlardır ki Teşkilat-ı Mahsusa Almanların emrine
girmiştir.
Teşkilat-ı Mahsusa Ermeni tehciri için kullanılmıştır.
Onun için biz Türkler yapmadık, Almanlar yaptı şeklinde basite
indirgenecek bir görüş de değildi.
1915’li yıllarda İstanbul’da Hoppenheim adlı bir Alman peydah
olmuş, İttihat Terakki hükümetinin Almanlarla birlikte savaşa
girmelerini hedeflemiştir.
Hoppenheim ve Alman baskısı ile Enver Paşa’nın Sultan Reşat’a ilan
ettirdiği kutsal cihat karşıtı ülkelerde düşmanlık ve kıyımı
destekleyen önemli bir faktör olmuştur.