Türkiye bir travmadan geçiyor. Son yıllarda Türkiye neredeyse
bir tek gününü sükûnet içinde yaşamadı. Patlayan bombalar,
öldürülen büyükelçi, dünyanın en alçakça gerçekleştirilmiş en kirli
darbesi bir yana. Cumhurbaşkanlığı değişimi, tekrarlanan seçimler,
şimdi süren Başkanlık tartışmaları bile bir toplumu ateş üstünde
tutmaya yeter.
Suriye meselesini, PKK konusunu, Fırat Kalkanı operasyonunu katınca
ortaya uçsuz bucaksız bir yumak çıkıyor.
Devasa bir hacim bu.
Bütün bunların getirdiği toplumsal yarılmalar var. Önce bunu itiraf
edelim.
Toplumun hiçbir kesimi ve kanadı kendisini bu yaşananlardan
soyutlamıyor. Bütün kesimler yaşananların etkisi altında.
Buna bir de dünyanın radikal değişimini ekleyelim. Avrupa'da hatta
Amerika'da yaşananlar, Müslümanlara ve Türklere karşı alınan tavır,
Türkiye'deki insanı tedirgin ediyor.
Siyaset üslubunun sert olduğunu belirtelim.
Bütün dünyada böyle bu. Ne yazık ki, böyle. Mark Thompson şimdi
Enough Said: What's Gone Wrong With the Language of Politics
(Kifayeti Müzakere: Siyasetin Dili Nasıl Bozuldu) isimli kitabında
bu radikalizasyonu adım adım, dikkatli bir biçimde teşrih
ediyor.
Dünya yeni bir kıyıda.
***
Ama bizdeki travma biraz da patolojik bir boyut kazanıyor. İnsanlar
adeta mutsuz olmayı, acı çekmeyi bir marifet sayıyor, kendileri
için tek yol olarak görüyor. Bunu birçok şekilde açıklayabilirim.
Belli bir çevrenin narsisizmine dokunan yeni bir hayat tarzının
ortaya çıkması, eski alanlarını yitirip Fransız Devrimi öncesindeki
aristokrasiye benzemesi, son dönemde hayli yükselmiş (narsisizmi
besleyen) hedonist kültürün yavaş yavaş terk edilmesi bu
huzursuzluğun kaynağı.