Belki de önce kendine bir
bakmalı insan...
Adam bardağı dikkatle inceledi.
Üzerinde yuvarlak bulanık bir leke vardı. İçinden hanımına kızdı.
Evde temiz bardaktan su içemeyecek miydi?
“Bütün gün çalışıyorum!” diye
söylendi. “Hatta cumartesileri mesaiye kalıyorum. Ne için? Ailem
rahat etsin diye. Ama su istediğimde önüme kirli bir bardak
geliyor!”
Gazeteyi elinden bıraktı. Eşine
ve kızına tek kelime etmeden dışarıya çıktı...
Güneş kış bastırmadan son bir kez
ısıtmak ister gibiydi. Hava sıcacıktı.
Parka yürüdü. Boş bir bank bulup
oturdu.
Kızıl-sarı yapraklar her yeri
istila etmişti. “Bu ağacın cinsi ne acaba?” dedi kendi kendine. Ne
kirli bir sarı...
Yapraklara bakmayı bırakıp
gökyüzünü seyre daldı. Onca sıcaklığa rağmen hava bozacak gibi
duruyordu. Pusluydu. Pırıl, pırıl masmavi bir sema göremeyince canı
sıkıldı. İçi daraldı, kalktı...
Yolda gazete bayiine uğradı. O da
ne? Gazete iyi basılmamıştı. Matbaada mürekkep bitmişti sanki? Bir
daha o gazeteden almamaya karar verdi...
Kahveye gidip maçı seyredecekti.
Televizyonun görüntüsü de pusluydu. “Yine mi?” dedi. Her şey
sorunlu bugün...
Eve döndü. Başı çatlayacakmış
gibi ağrıyordu. İlaç alıp uzandı. Gözlüğünü çıkardı. Birden
gözlüğüne ilişti bakışları. Gözlüğünün camında iki yuvarlak bulanık
leke vardı. İki leke...
Ninem diyor
ki; Kusuru kendine söylenmeyen adam, ayıbını hüner
zanneder.