Anlı şanlı Türk kahvesine ve bir
çay ülkesi olmamıza rağmen o ünlü Amerikan kahve zincirinin
Türkiye’de sayısı giderek artıyor... Dünyada en çok şube açan
altıncı ülke olduk! Dehşet bir rakam şekerim inanır mısın, Amerikan
ürünlerini protesto edenler, bi zahmet ellerindeki o kahveleri de
usulca yere bıraksın. Çünkü ekonomiye saldırının yanı sıra
kültürümüze de saldırılıyor, az aşağıya bir göz atın;
Duyduğum anda saçlarımı diken
diken eden bir cümle; “bi white chocolate mocha aliimm” Afiyet
olsun alın, için de… Burası Türkiye, Türkçe konuşun! Baban kahvede
oralet içerken sen neden white chocolate mocha?
Zincir kahve dükkânları pompaladı
bu özentiliği. Ve dahası kültürel erozyon başladı! Satsınlar,
serbest piyasa lakin baskı uygulayamazlar. Herhangi bir ülkenin
yiyeceğini içeceğini tüketmek için kendi vatanımda o ülkenin dilini
bilmeye zorlama, bir kahve isterken dilime müdahale etme hakkını
bulamamalılar!
Altı üstü bir kahve içeceksin,
sipariş verebilmek için üç kur İngilizce kursu almak şart. Her
şeyin adı İngilizce. Tatlılarda bile! Merhabaaa uzaylı, biz dostuz
ve burası Türkiye!
Granade, venti, medium, large,
small. Yok mu küçük, orta, büyük boy?! Bizimkilerde anca ağızlarını
büze büze bi ‘grande latte extra shot espresso’ desin, sosyal
medyada yer bildirimi yapsın. On dört yabancı kelimeyle kahve
sipariş eden artistler duydu bu kulaklar. Yurt dışına erasmusa
gidecek gibi menü ezberleyenler, Sultanahmet’te yol soran turiste
İngilizce paralar gibi çırpınan ezikler gördü bu gözler. On paralık
kahveyle lord mu olunur a özentiler?
"Bir sıcak çikolata" dediğinde
"hat çaklıt mı?" diye soran satış elemanları… A gel de şüphelenme
şimdi bunlar hangi ülkenin kültür tahrip ajanları?!! Küçük boy
diyorsun, “Small yani?” diyor afralı tafralı! Yutkunuyorum;
zihnimde fosforlu harflerle ‘havan kime güzelim’ yazan kamyon
arkası yazısı.
Bitmedi; zaten zor söylemişsin
siparişin adını, sırada ismini sorma faslı… Gerçi olay siparişler
karışmasın diyeymiş ama ismi doğru yazanına rastlanmadı. Takvim
yaprağı arkalarında yazmalı; bugün kahve alacaklara isimler; kız;
Ayşe, erkek; Ali diye düşünürken ben… “Hanfendiye bi capuccino,
mocaccino, el presse del mundo bıdı bıdı, small du değil mi, pardon
isim neydi?” deyince eleman, bende gözler kaydı. “Benim adım Sezar”
dedim. “Julius Caesar Avrupa’nın okyanus kıyıları da dâhil olmak
üzere birçok ülkeyi fethetmiş komutanı, Roma’nın devlet başkanı,
himayemdeki Brütüs ve Cassius’un suikastına uğramış bir zavallı!”
Anlamsız gözlerle bakan kasiyer devam etti; “X lira alabilir
miyim?” İşte o an ağır para cezasına çarptırılmış gibi
hissettim…
Kimileri bu olanları derinliğine
anlamasa da, ağzı yaya yaya ecnebi kelimelerle siparişini verip
Cambrige Dükü edasıyla kahvesini yudumlasa da… Şöyle bir iki adım
geri çekilip dışarıdan bakınca ülke Amerikan/İngiliz sömürgesi gibi
görünüyor.
Alkışlık bir pazarlama sanatı
var, kapitalist değerlerin sıvılaştırılması, sıvılaştırılmış
yöntemlerle erozyon mahareti var. Ve bunu yutanlar var… Kahve diye…
Afiyet olsun…
Ninem diyor ki; Karga kekliği
taklit edeyim derken kendi yürüyüşünü de unutur.