ABD dediğimiz zaman bir monolitik birimden, tek bir oluşumdan söz etmiyoruz. En olağan döneminde bile ABD’de en azından Kongre ile yönetim arasında ince çizgiler, hedeflerle ilgili nüanslar var olagelmiştir.
Hele Trump yönetimi döneminde bu farklılıklara nüans demek için
kişinin başını kuma gömmüş olması gerekir. Mevcut cepheleri
belirtmek bile koca bir kitap yazmayı gerektirir. Hele bunların
kendi aralarındaki ittifaklara ve uzlaşmazlıklara girersek, mesele
daha da içinden çıkılmaz hale gelir. Küçük bir örnek verelim:
Birinci Körfez Savaşı ile biti kanlanmış olan Sykes-Picot’cu
milletvekili ve senatörlerin oluşturduğu, Ortadoğu haritasını
yeniden çizmek isteyenler ile İsrail’in güvenliğini korumak
amacıyla muhayyel İslamcı Cephe’yi bölmek için Sünni ülkelerin
arasına bir Şii kuşağı sokma yanlısı grup uzlaşamıyor ve iki grup
da Trump’ı yanına çekmeye çalışıyor. Trump’ı kalkan olarak kullanan
Alternatif Sağ grubunun strateji ve taktiklerine, Dışişleri
Bakanlığı’ndaki geleneksel sürdürülebilirlik yanlısı diplomatların
hedefleri arasındaki uyuşmazlıkları eklersek, bırakın tek vücut bir
ABD’den söz etmeyi, üç ya da dört Amerikan politikasından söz etmek
gerekiyor. Bütün karmaşaya rağmen, ortada, Irak’taki Kürtleri kendi
çıkarlarına aykırı bir uygulama içine iten ortak bir teşvik cephesi
olduğu da belli.
Bu cepheye güç kazandıran, Bağdat’taki Maliki ve İbadi
hükumetlerinin Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin beklenti ve
şikâyetlerine yıllardır hakları olan yanıtı vermemesi oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, IKBY’nin Türkiye’nin sağladığı
maddi-manevi destekleri inkârı olarak nitelediği tablonun
öncesinde, Kürtlerin, Bağdat’taki mezhepçi yönetimden şikâyetleri
vardı. O kadar ki birçok analizde, Barzani’nin, bölge halkına
referandumda evet oyunun güvenli bir istikbal anlamına geleceğine
ilişkin çağrısında bu şikâyetlerin artık kemiğe dayanan bir bıçak
niteliği kazanmış olduğunu anlıyoruz.