Maçın kendi hikayesi, uzatmada gelen beraberlik golüyle, ikinci
yarıya 'umut' taşır hale geldi. İlk yarının etkisiz takımıydı
Fenerbahçe. Orta sahada Josef'in verdiği direnci her saniye
arıyorlardı. Rakip ikinci bölgeyi çok çabuk geçtiği gibi, top
Fenerbahçe'ye geçtiğinde de baskıyla top kayıplarına neden
oluyordu. Kontrol tamamen Benfica'daydı.
Artık klasik hale gelen "defans sarsaklığı" içinde basit bir
ver-kaç ile Gedson golü buldu. Üstelik onu Alper marke ederken,
Skrtel kontrol edebilecek veya Volkan topa uzanabilecekken. Top
oraya yine Valbuena top kaybı ile geliyor, kanat atağında ayağa pas
yapacak kadar da yanlış yerleşimi değerlendiriyorlardı.
Cocu henüz bu detayları anlayabilecek durumda değil. Yani umarız
öyledir. Takım direncini, topun arkasına geçmeyen oyuncularla
kurabileceğine inanması, Guliano'yu üç maçtır ilk on bir yapması
değerlendirme kriterlerindeki bir defo gibi.
İkinci yarıda Alper ile orta sahasını üçleyebilir, Soldado
hamlesini erken de yapabilirdi. Benfica'nın baskısından böyle
çıkmayı deneyebilirdi. Sadece oyuncu değiştirerek değil, düzen ile
de fark yaratılabilirdi. 65'teki Topal-Barış değişikliği ise tam
bir macera. Guliano-Eljif ikilisini ön libero olarak kullanmak
oyunun 'kumarı' oldu. 1-1'i riske atmak istemeyen, daha çok
sahasında bekleyen Benfica'ya karşı, pas kalitesini yükseltmeyi
denemekti.
Takım ve tribün olarak skora verilen tepki, devam etmek için
gereken golü aramak adına mücadeleden vazgeçmemek, hata anlarından
birbirlerinin yanında olmak, biten Şampiyonlar Ligi rüyasına
rağmen, bu maçların getirdiği kazanım. Cocu bir hafta içinde
oynanan üç resmi maç sonunda kime ne kadar güvenebileceğini artık
anlamış olmalı ve istediği oyunun iskeletini de kurmalı. Yeni
santrforu, Eljif ve Barış gibi ışıldayan gençleri ile daha iyiye
gidebilecekleri bir yol var.