Baskıyı daha maç başlamadan, İzlanda'nın kazandığı haberi
geldiğinde duymaya başladılar. Kazanmaları gerektiğini biliyorlardı
ve daha ilk saniyeden itibaren bunun için enerji ve hırs ürettiler.
Tek kale maçtan da öte, "tek saha" maç haline döndürdüler oyunu.
Her an gol haberinin gelmesini bekleyen, heyecanla çarpan
kalplerdik.
Fırsatlar yakaladık, fırsatları kaçırdık. "Nasıl olmaz" dediğimiz
Zeki ve Çağlar'ın vuruşları da vardı, Cenk'in direkten dönenleri
de. Tam takım siper olmuş bir rakibe karşı , en ufak gediği
değerlendirmek üzere uğraşıyordu "bizim çocuklar"… Yalnız, kazanma
arzusunun, "telaşa" dönmesi, peş peşe yanlış kararları ve hataları
beraberinde getiriyordu. Farkında değildik. Evet, Emre 100. milli
maçında takımın ve oyunun lideriydi ama, sürekli gergin ve asabi
kaldı sahada. Onun tavrı, diğer gençlere "Bir an önce" fikriyle
bulaştı. Doğru geliyor ama bir türlü doğru pasa, şuta veya ortaya
karar vermiyorlardı. Bunu Şenol Hoca'da da hissettik. Kenan
Karaman'ın oyuna gelişi doğru ama neden Yusuf değil de, Güven
çıktı. Alışık olduğu sahada, daha verimli olmasına rağmen, Şenol
Güneş en zayıf halkaya attı ilk çengeli. Oyunu kanatlara
genişletirken, İrfan Can Kahveci'nin iki tarafta da tam bir "şov"
yaptığını da söylemeliyiz. Cengiz Ünder'in eksikliğini hissederken,
bu performans ile avunuyorduk. Maç eksiği Cenk Tosun'u "Pozisyon
ezici" rolüne soyundurdu. Defans kalabalığının içinden doğru
zamanda ve alanda topla buluşturacak forvet bulamadık. Ellerini
göğüslerinde bağlayıp, bu çabayı gösteren oyuncularımızı tiyatro
fazında izleyen seyircilerimize, görevlerini hatırlatan Ozan
Tufan'ın kafa vuruşu ile gelen gol oldu. 89'da bulduk golü. Çölde
vaha gibiydi. Gerçekten de puan kaybetmemiz çok üzücü olacaktı.