RFERAN-DUMDA oylanacak “Cumhur- başkanlığı sistemine” EVET
isterken AK Parti’nin gerekçelerinden biri de “iki başlılık
olmayacak...”
Bir de örnek veriyorlar:
“10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, dönemin koalisyon
hükümeti Başbakanı Bülent Ecevit’e Anayasa kitapçığını
fırlatmasını.”
Gerçekten sadece bu olayın aktörleri için değil, Türkiye için de
çok pahalıya mal olan bir olaydır.
Türkiye, çok derin bir “ekonomik krize” yuvarlanmıştı.
20 yıla yakın süre geçti.
Özellikle 18 yaşındakiler de -referandum sandıklarından EVET
çıkarsa- milletvekili seçilme hakkı elde edecekleri için gençlere
anlatmakta fayda var.
Daha ileri yaşta olanlara da hem hatırlatalım hem de pek de
bilinmeyen ayrıntıları yazalım.
Bu seferlik yazı “mutat”tan uzun olacak...
.....................
Merhum Ecevit’in Cumhurbaşkanı seçimleri için bir tutkusu
vardı.
“Yüksek mahkeme başkanlarını” aday göstermek isterdi.
Çok önceleri dönemin Danıştay Başkanı’nı Cumhurbaşkanı seçtirmek
için diğer partilerle pazarlıklarda dayatmıştı. Süleyman Demirel’in
Çankaya’daki görev süresi dolunca dönemin Başbakanı Bülent Ecevit
gene bir yüksek mahkeme başkanının Cumhurbaşkanı seçilmesini
istedi; dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer’i
“aday” gösterdi.
Sezer’in, “adaylığı” değil de o giderse yerine gelmesi ihtimali
olan Haşim Kılıç’a karşı “ana akım medyada” alerji vardı.
Yeterince “devrimci” görülmüyordu. (Oysa yıllar geçmiş, bu görüşte
olanların hepsini, çok dirayetli bir başkanlıkla mahcup etmiştir
Haşim Kılıç.)
HHH
Kamuoyunu oluşturabilecek kanaat önderlerine Ecevit’in kurmayları
kapalı kapılar ardında “Kılıç’ın yeni başkan olmayacağının”
güvencesini fısıldadılar.
Sezer’i Ecevit’in yanı sıra hükümetin bütün krizlerini “yapıcı
yaklaşımları, ılımlı üslubuyla çözen üçlü koalisyonun devamını
adeta üstlenmiş olan Hüsamettin Özkan da destekliyordu.”
Sonuç...
Ahmet Necdet Sezer 10. Cumhurbaşkanı seçildi.
.....................
Ve...
Sezer ile hükümet arasında daha ilk günden başlayarak gerilimler
sık sık gündeme geliyordu (Sezer’in alınganlıkları ve uslübu
ilişkileri zorlaştırıyordu. Ama hukuk kurumları için titizliği ve
yolsuzluk konularında hassasiyeti dikkate alınırsa temelde haklı
çizgideydi. Dürüstlüğü tartışılmaz olan Ecevit ile diyaloğu keşke,
özelli üslupta olabilseydi belki o döneme ait bazı şaibe
söylentileri geçmişin karanlıklarında kalmazdı.)
“Anayasa kitapçığı fırlatma olayı” en ses getiren, en dramatik
olanıdır. Bir savcı Türkiye’nin enerji dosyasıyla ilgili bir
araştırma için yurtdışından bilgi sormuştu. Bunun üzerine Bülent
Ecevit’te bir açıklama yaparak devletin Adalet Bakanı ve soru
sorulan ülkedeki büyükelçilik atlanarak böyle bir soruşturmanın
yanlışlığına işaret etmişti. Şimdi olaya gelelim...
Açıklamadan iki gün sonra Milli Güvenlik Kurulu toplantısı vardı.
Protokol şöyleydi. Toplantı öncesi Cumhur-başkanı ve Başbakan baş
başa gelir, özel olarak konuşurlardı.
Sonrasında yaver gelir, Başbakan yardımcılarına ve Genelkurmay
Başkanı’na “Sayın Cumhur-başkanımız sizlere emrediyor efendim”
derdi.
Hep birlikte salona geçilirdi.
Komutanlar, diğer bakanlar ve MİT Başkanı salona daha önce girmiş
ve yerlerini almış olurlardı.
HHH
O gün zaten teni esmer olan Bülent Ecevit’in yüzü simsiyahmış.
Günler sonra medyaya sızdığına göre baş başa oldukları süre içinde
Cumhurbaşkanı tek kelime etmemiş, karşılıklı susmuşlar.
Daha ilk dakikalarda Sezer sert ve buz gibi soğuk bir sesle
Ecevit’e dönerek, “Soruşturma yapan bir devlet savcısı Başbakan
tarafından nasıl olur da eleştirilir ve bunu kamuoyuyla paylaşır”
ekseninde konuşmaya başlar.
Söylemlerine ve üslubuna girmek istemiyorum.