Bodrum bu yaz St. Tropez hayaliyle başlayan, Dubai benzetmesiyle
bitmeyen bir hikayeye dönüştü. Bodrum için yıllardır tekrarlanan
bir benzetme var: "Türkiye'nin St. Tropez'i Bodrum." Bu, sadece bir
turizm sloganı değil; aynı zamanda Bodrum'un kendisini uluslararası
sahnede konumlama çabasının da özeti. Bu benzetmeyi destekleyenler
-ki ben de bir Bodrumlu olarak onlardan biriyim- Bodrum'u bohem,
şık ama hala insan ölçeğinde kalan bir sahil kasabası hayaliyle
düşündük. Doğal güzellikler, taş evler, balık restoranları, hafif
esen meltem... Derken, bir gün bambaşka bir cümle ortaya atıldı:
"Bodrum, Dubai oldu."
O anda, masadaki sohbet bıçak gibi kesildi. Dubai kötü mü? Hayır.
Kendi içinde modern mimarisi, lüks tüketim kültürü ve küresel
etkinlikleriyle ayrı bir cazibesi var. Ancak Dubai, doğallığıyla
değil, insan eliyle inşa edilmiş bir ihtişamıyla anılır. Bodrum'un
ise kartpostallara sığmayan bir deniz mavisi, köy yollarına sinmiş
kekik kokusu ve binlerce yılın izini taşıyan bir kültürel
topografyası var. İşte asıl mesele de burada başlıyor: Bir doğa ve
tarih beldesi, nasıl oldu da bir yapay ada ve gökdelen kentle aynı
cümlede anılır hale geldi? "Bodrum'un Dubai'ye...