Günümüzde şehir hayatının gürültüsü ve dijital dünyanın
yoruculuğu, insanları doğayla ve canlılarla daha yakın ilişkiler
kurmaya yönlendiriyor. Bu bağlamda, dünyada giderek yaygınlaşan bir
trend öne çıkıyor: Hayvanlarla iç içe deneyim yaşamak.
Bu trend yalnızca sevimlilikle sınırlı değil; psikolojik rahatlama,
doğayla bağ kurma ve hatta farkındalık yaratma gibi birçok konuya
da yardımcı oluyor. Kedilerden alpakalara, capybaralardan
baykuşlara kadar birçok hayvan, artık yalnızca belgesellerde ya da
doğal yaşam parklarında değil, kahve eşliğinde gündelik hayatımızın
tam ortasında yer alıyor. Japonya seyahatimde dikkatimi çeken trend
şimdi New York'ta çok konuşuluyor. Fransız filozof Jacques
Derrida'nın "Hayvana Bakmak" (The Animal That Therefore I Am) adlı
eserinde sorguladığı gibi:
"Bir hayvanın sana bakması, senin kim olduğunu düşündürür." Bu
kafeler, işte tam da bu düşünsel kırılmayı yaşatan sahneler
sunuyor: Kediye bakarken kedinin sana bakması... Baykuşla sessizce
göz göze gelmek... Bir alpakanın burnunu yüzüne
yaklaştırması...
Aynı zamanda bu tür kafeler, hayvan hakları ve farkındalığı
konusunda da yeni bir bilinç yaratıyor. Sahiplendirme destekli
kafeler...