Aslına bakarsanız Muharrem İnce
yarışa talihsiz başladı. Partisinin genel başkanlık koltuğu için en
başından güçlü bir mücadele vermiş ama yazık ki birkaç kez
denemesine rağmen, Kemal
Kılıçdaroğlu tarafından tahkim
edilen delege yapısı nedeniyle bunu
başaramamıştı.
İnce, bu yüzden risk alıp,
milletvekilliğini ve genel başkanlık yarışındaki iddiasını
kaybetmek pahasına “Ben Cumhurbaşkanı
adayıyım” diye ortaya çıktı. Bunu
önce genel başkanıyla paylaştı. Kuşkusuz
Kemal Bey bir stepne bulduğu için habere
sevindi ve İnce’den bu yolla kurtulmanın mümkün olacağını düşündü
ama o sırada aklındaki ana fikir “Önce Erdoğan
gitmeli” şeklindeydi. İnce’ye “Bekle
sen” dedi ve Temel
Karamollaoğlu tarafından sunulan “Çatı
adayı Abdullah Gül” formülüne asıldı. Bu formüle dört
elle sarılmasının bir başka nedeni daha vardı:
Cumhurbaşkanlığı için erken start
veren Meral Akşener’den
aldığı “olumlu işaret”ti bu.
Oysa Meral Akşener
de başka yerlerden işaret almıştı ve o
aklın mimarlarının kim olduğunu, belgeli olarak ispat
edemesek de biliyorduk biz. Gerçi şu anda sağ kolu
olan Koray Aydın bir buçuk yıl
önce “Meral Akşener’i FETÖ’cüler
destekliyor” demişti ama
Akşener’e “Sorunlu bölgelere
girmeden” siyaset yapmayı da öğretmişti o
odak.
Meral Akşener hakikaten çok
planlı ve “ince” gitti. Önce CHP adayını geciktirmek
için ittifak mittifak diyerek hepsini
oyaladı, çatı aday için çekilebileceğinin
sinyalini verdi. Gül de bu öneriye yatınca Akşener
baktı ki işler ciddi, hemen çark ederek “Ben yarışta
varım, çekilmem” deyip her şeyi bozdu. Sonuçta
istediğini elde etmiş oldu. Kemal Kılıçdaroğlu da yedeğinde tuttuğu
İnce’yi “Gel bakalım Muharrem” diyerek
aday gösterdi.
Dediğim
gibi Pensilvanya yöntemleriyle adaylığı geciktirilen
Muharrem İnce şimdi yol alabilmek ve yetişebilmek
adına paldır küldür, gaf üstüne gaf yaparak yürüyor.
YA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL YA
DA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN
Ama siyaset çok farklı. Hele de
bir yarışa girdiğinde. “Akşam yenilen hurmalar bugün
seni tırmalar” özdeyişini unutmamak
gerek.
Muharrem İnce’nin bugünkü
sözlerinin tam tersini birkaç yıl önce söylediğini öğrenmekten
şaşkına döndük. Her gün bir yenisi ortaya çıkıyor.
Dün bir Meclis konuşmasındaki
tartışma esnasında “Neden kadınların başını kapatmaya
uğraşıyorsunuz kardeşim, erkekler kadınlar geçerken gözlerini
kapatsın” dediğini öğreniyoruz. Şimdi bu
yüzden “Benim de kız kardeşimin başı kapalı, bizim
dönemimizde başörtülüler rahat edecek” sözleriyle
herkesi güldürüyor.
Dindar insanların
karşısında dindar gibi görünmeye
çalışıyor. Konuşması sırasında ezan okunduğunda susuyor, sanki
televizyon programlarında “Ezan okunurken niye
susuluyor ki kardeşim” diyen kendisi değilmiş
gibi.
Tekke zaviye demeden gezip
ellerini semaya açıyor. Mevlâna Türbesi de
dâhil. Mevlâna’nın kafalarımıza mıh gibi çakılan o
sözünü tınmıyor bile bunu yaparken:
“Ya göründüğün gibi ol ya
da olduğun gibi görün”
Hakkâri’de toplama HDP’li ve
PKK’lıların doldurduğu küçük alanda “Başkan
Selo” sloganları arasında konuşmaya
çalışırken “Selahattin başkanı ziyaret ettim, sen
dışarıda olmalısın dedim ona” diyerek taşıma
mitingçilere “Ben de eskiden sizin gibi Kürt’tüm, bana
oy verin” mesajı iletiyor.
Gülmeyin, gazeteciler tabii cin,
soruyorlar “Hangi takımı
tutuyorsunuz?” diye. O da
söylüyor "Beşiktaş’ın Çarşı ruhuna bayılıyorum,
Galatasaray’ın Avrupa’da ses getirmesine güveniyorum. Trabzon’un
Anadolu’da olması bir başka güzel. Çocukken
Fenerbahçeli'ydim."
İşte ondan, eskiden Fenerbahçeli
olan neden eskiden Kürt olmasın?
Köylünün karşısına çıkınca köylü
oluyor. Traktörü römorkuyla geri geri
götürebiliyormuş da ondan. Bu arada kafasına
geçirdiği kasket de ispatıymış.
ASIL ENDİŞE VERİCİ OLAN
NE?
Tüm
bunlara “neyse” deyip geçebilirdik ama
şimdi asıl korkulması, kaygı duyulması gereken hususta
sıra.
Yakınları Muharrem İnce’nin bir
gün LGBT bireylerinin karşısına
çıkıp konuşma yapmasından ve “Ben de
eskiden sizin gibiydim” demesinden korkmalılar bence.
Bu gidişle olacak sanki. Çünkü LGBT her yıl haziran ayının
ortalarında “Onur yürüyüşü” dedikleri
bir gösteri düzenliyor. O yürüyüşe katılıp böyle konuşabilmesi
ihtimal dışı değil.
Antrparantez
belirtelim “Ben de sizdendim bir
zamanlar” derse kimse kınayamaz ve karışamaz. Ama,
sonuçta bu bir seçim yarışı ve önlerinde binbir takla
atarak oy beklediği Kürt seçmen, dindar seçmen, köylü seçmen ne
der onu bilemem.
Kısaca aman diyeyim, birileri
Muharrem Bey’i durdursun.
Afrikalı iş adamlarına
çektirilen vize çilesi ve ihracata vurulan
darbe
Salı günkü yazımın
başlığı “Dışişleri’ndeki FETÖ tezgâhı ile ihracata
büyük darbe”ydi.
Afrika ülkelerinden gelerek mal
almak isteyen ve ihracatımıza katkı sağlayan Afrikalı
iş adamlarına vize engeli konuluyordu. En iyi
ihtimalle üç ay sonrasına vize için
randevu veriliyor, böylece Afrikalı iş adamlarının
başka ülkelerle ticaret yapabilmelerinin yolu açılıyordu. Bunun
Türkiye’ye büyük ihanet olduğunu
yazdım.(*)
Önceki
akşam Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sayın Hami
Aksoy aradı telefonla. Bir kere çok zarif ve nazik
bir insan. Problemin kaynağına inme konusunda son derece yapıcı
ve Bakan Mevlüt Çavuşoğlu’nun meseleye
hassasiyetle yaklaştığını özellikle belirtti.
Hami Bey’in verdiği bilgiye göre
mülteci potansiyeli olan Afrika ülkelerine, benzer ülkelerdeki gibi
bir VİZE REJİMİ uygulanıyormuş. Sebebi
çok göç vermeleri.
Bu nedenle de ister sıradan
vatandaş, ister iş adamı olsun bir Afrikalı evraklarını
elçiliklerimize verdikten sonra bu evraklar
Türkiye’ye “Göç İdaresi”ne gönderiliyormuş.
Onlar gerekli incelemeleri yapınca da
evraklar geri yollanıyor, sonuç olumluysa vize
randevusu veriliyor ve Türkiye’ye
gelebiliyorlarmış.
Hami Bey elçiliklerdeki FETÖ
tasfiyesi nedeniyle az elemanla çalışıldığını da
belirterek “Sizin uyarılarınızı dikkate
alıyoruz” dedi.
Anlıyorum ki problem
büyük.
Ben Sayın Hami Aksoy’a
söylediklerimi burada da tekrarlayayım:
1-Göç edecek insanlar
genellikle sınırdan yürüyerek geçerler. Vize başvurusunda
bulunmazlar. Yüzde olarak mutlaka çıkar ama bu tolere edilebilir
bir sayıdır.
2-Tedbir almaksa esas mesele
çok basit bir yöntem var. Afrikalı iş adamı ticaret
yapacağı iş adamının adını referans olarak verir, memurun
küçük bir Google araştırması ve mail trafiğiyle mesele
çözümlenir.
3-Evrakları isteyip,
ta Türkiye’deki Göç İdaresine göndermek
ise tam bir facia. Böyle bir
bürokratik bariyer akıl alır gibi değil. Aradan derhâl
çıkarılmalı o aşama.
4-Kaldı ki gelenlerin takibe
alındığı ve kontrol edilebildiği de bir başka
gerçek.
Sonuçta ortada
bir vahamet duruyor. Kimse cari açığı
kapatan en önemli kalem olan ihracata vurulan bu darbenin sorumlusu
olmamalı ve bu meseleyi çözümlemeli. Sayın Bakan Çavuşoğlu’nun bir
ekonomist ve iş adamı gibi düşünüp hızlı bir kararla gerekeni
yapması beklenmeli.
(*)
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/fuat-ugur/602250.aspx