Mevcut bir olumsuzluğun
sebeplerini sıralayıp eleştiride bulunmak hayattaki
en konforlu muhalefet
etme biçimlerinden
biri.
Batılılar
buna “Siyaseten doğruculuk” demişler.
Aynı yöntemle problemin çözümü için ortaya konulan projeleri de bu
rahatlıkla yerin dibine sokabilirsiniz. Kimse de
size “Tamam anladık ama senin önerin
ne?” diye sormaz.
Ayrı bir keyiftir
anlayacağınız.
Hükûmet İMAR
BARIŞI projesini ortaya attığından beri
hem muhalefet cephesinden, hem de AK
Parti’deki “Vicdanen
rahatsız” AKP’lilerden zehir zemberek eleştiriler
geliyor. “Barbarlığın zaferi” diyenini
mi ararsınız, “Ahlaksızlara prim
veriliyor” diye ağız dolusu hakaret edenleri mi?
Gırla gidiyor.
Deniliyor ki;
“Suç işlemeyi âdet hâline
getirenleri sürekli affettiğinizde problemler baş edilemez noktaya
geliyor. Nasılsa devlet bir gün kaçak yapıları affeder diye
düşünenleri haklı çıkarırsanız kaçak yapının sonu gelmez. Yasalara
uyan vatandaş aleyhine
eşitsizlik meydana getiremezsin. İyi vatandaşlar da
kötülerin affedildiğini gördüğünde yasalara uymayı
bırakırlar.”
Yukarıdaki eleştirinin tamamı
doğru.
ELEŞTİRDİN ANLADIK AMA
SENİN ÇÖZÜM ÖNERİN NE?
Evet, doğru ama öte yandan bu
doğru, Türkiye’deki yapıların yüzde 60’ının kaçak,
devletle davalık ve problemli olduğu, bu çarpıklığın şehircilik
ilkelerine uygun olarak giderilmesine imkân sağlanmaması
durumunda önümüzdeki yıllarda mevcut sorunun çığ gibi
altında kalacağımız gerçeğini değiştirmiyor.
Bu durumda geriye koskoca bir
soru kalıyor:
O hâlde senin çözüm
önerin ne?
1-Türkiye’deki toplam konutların
yüzde 60’ı olan kaçak yapıları yıkmak mı?
2-Bu konutların sahiplerini ağır
cezalara çarptırarak süründürmek mi?
Önce bir tarihsel sürece
bakalım.
AK PARTİ’YE KALAN MİRASIN
KISA GEÇMİŞİ
Türkiye’deki konutların yüzde
60’ının kaçak ve devletle davalık olmasının geçmişi 1950’lere
dayanıyor. Misal İstanbul gerçeği.
Köyden kente göçle o yıllarda.
Kuzum İstanbul burjuvazisi poposunu
kaldırıp Anadolu’da yatırım yapmak
yerine Boğaziçi’ndeki yalısına en
yakın yerlerde (Haliç kıyıları
örneğin) fabrikalar kurunca tüm Anadolu, İstanbul’a gelmeye
başladı. İş adamının tuzu kuru tabii. Yatırım yapan fabrikatör
Hulusi Bey işçinin nerede barınacağını düşünür mü? Ne yapıp edip
sabah 07.00 vardiyasında kartını bassın yeter ona.
İstanbul’da geçmiş yıllarda TOKİ
mi var? Olsa bile para verip alacak kimse de yok. Fabrikalara giren
işçiler de ne yaptılar? İş yerlerine en yakın
yerlerde hazine arazilerini tek tek işgal
edip gecekondu mahalleleri
oluşturdular. Haliç ve Boğaz sırtlarında, Topkapı
civarında, Ümraniye’de, Bağcılar’da ve adını
sayamayacağım pek çok yerde kaçak
yapılar pıtırak gibi türedi.
Sonra bu gecekondular yavaş
yavaş kaçak apartmanlara dönüşmeye
başladı. Devletle savaşarak 1 Mayıs mahallesini
kuran “devrimciler”in
hepsi apartman sahibi olup
rantiyeye dönüştüler.
GECEKONDUCULUK BÖYLE
ÖZENDİRİLDİ
Bedrettin
Dalan belediye başkanlığı döneminde bu bölgelerden
biri olan 200 bin nüfuslu Sultanbeyli’ye
yıllarca su, yol ve elektrik hizmeti vermedi de ne oldu?
Engelleyemedi. Yalnızca İstanbul bir salgın hastalık riskiyle karşı
karşıya kaldı. Nurettin Sözen bir
sonraki seçimi kazanınca bu abukluğu bitirdi ama o da şöyle
dedi:
“Devlet vatandaşın konut
ihtiyacını karşılayamıyorsa vatandaş kendi karşılar. Bu yüzden
gecekondu yapımına karşı değilim. Anayasal
haktır”
Sözen döneminde de yüz binlerce
gecekondu ve kaçak yapı inşa edildi. Göstermelik yıkmaya
kalkışıldığında da “solcu” medya kıyameti kopardı.
Daha sonraki yıllarda bu
bölgelerdeki konutlara “Tapu tahsis
belgesi” verdi. Bu da çare olmadı.
Zira deprem kuşağının tam üstünde oturan
İstanbul’daki bu evler kırmızı
alarm veriyordu.
Geçmişin bu mirası AK Parti
hükûmetinin boynuna kaldı.
AK PARTİ REDDİMİRAS MI
YAPACAKTI?
AK Parti belediyeciliği zaman
zaman şehir planlamacılığına aykırı düşen bazı uygulamaları
nedeniyle çok eleştirildi ama gecekondu yapımını
tamamen durdurup engelledi. Bunu da sürekli olarak
havadan (uydu haritalarıyla) gözetlemeyle sıkı denetime aldı. TOKİ
devreye girdiği için vatandaşlar ucuza konut
sahibi oldular. Lakin deprem riski taşıyan ve yasal
olmayan bu konutların yasal statüye
kavuşturulması gerekiyordu. Çünkü yasal denetimle
birlikte kat mülkiyetine kavuşan bu konutlar depreme
dayanıklı hâle getirilmeli ya da yeniden inşa
edilmeliydi.
İşte İMAR
BARIŞI denen mesele bu.
Yüzde 60 oranındaki konutun
sahipleri ederinin yüzde 3’ü oranında bir bedel
ödeyerek yasal statüye kavuşacak, ardından da elde edilen
gelirle kentsel dönüşüme kaynak
aktarılarak bu paranın vatandaşa geri dönüşü
sağlanacak.
Bu yapılmazsa eğer, yukarıda
sıralanan siyaseten doğru
gerekçelerin arkasına
sığınarak “Yasalara uyan vatandaşlarımız aleyhine
eşitsizlik olmasın” dersek yüzde 60 oranındaki konutu
yıkabilecek, ceza yağdıracak bir babayiğit var mı?
Yani Türkiye’deki
yaklaşık 60 milyon kişiden söz
ediyoruz.
Yapılan iş son derece doğru ve
çözüm üreticidir.
Burada sadece şu uyarılar
yapılabilir:
1-Orman içine yapılan
konutlarla imar barışı olmaz.
2-Vatandaş, konutunu ancak
devletin, belediyelerin belirlediği imar yasaları çerçevesi içinde
yıkıp yeniden yapabilir ya da onarabilir.
Kısaca muhalif
siyasetçiler ve kalemler Türkiye’deki 15 milyon 600
bin konutun sahibine ve bu evlerde yaşayan 60 milyon
insana BARBAR, ZORBA ve AHLAKSIZ diye hakaret ederek,
bu ağır sözleri sarf ederek bir yere varamaz.