Ahir zamanın en büyük hastalığı imansızlıktır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz aleyhisselam bu günlere işaret ederek şöyle buyurmuşlardı: "Ey eshabım! Sizler öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki; İslamiyet’in onda dokuzunu yapıp yalnızca birini bile ihmal ederseniz helak olursunuz! Fakat öyle bir zaman gelecek ki, bu on kısım İslamiyet’in yalnızca bir kısmını yapabilenler kurtuluşa erecektir."
Evet; işaret edilen o bir kısım, imanın ta kendisidir. Günümüzün
modası imansızlık; lakin onunla da yetinmediler ve iman ehli
arasında da aynı modayı yaymaya çalışıyorlar. Üstelik de bunu, din
adamları marifetiyle yapıyorlar.
Uzunca bir zamandır; ekranlara din adına çıkıp konuşan zevat ki,
bunların çoğu akademik unvan sahibi ve branşlarının sözde
profesörleri. Hemen hepsinin ortak özelliği; anlatmaya çalıştıkları
İslamiyet’i Kur’an-ı kerimle sınırlamak ve Hazreti Peygamberi
aleyhisselam bunun dışında tutmak! Adına da (Kur’an İslam’ı)
diyorlar!
Aynı anlayışa mahut ‘paralel yapı’ da
destek vermiş ve; ‘La ilahe
illallah’ kafidir; 'Muhammed-urrasulullah, demeye
lüzum yoktur' diyerek, akılları sıra böylece, ehl-i
kitabın hoşgörüsünü kazanacaklardı! Allahü tealanın rızasını
bırakıp; Nasara (Hıristiyan) ve Yahudi’nin rızasına koşmak gibi bir
mükellefiyet olmadığına göre; bunlar acaba nereden
talimat alıyorlar?!.
Bakınız sevgili okuyucularım; Peygamberler olmadan; Allahü tealaya
iman ve ibadet mümkün olsaydı; bunca Peygamber (aleyhimü-sselavatü
vetteslimat) gönderilir miydi?!.
Bakınız; akıl tek başına hüccet
değildir. Akılsız olmaz ama akılla da her şey olmaz.
Akılla, akıl dairesinin içindekiler olur; akla teğet geçen ve aklın
haricindekilere akıl ne yapabilir? İslamiyet’te iman, akla değil;
gaybadır. Yani bilinmeyenedir. Mesela; kabir hayatı veya ahiret
hâlleri; bunların hangisinde akıl, tek başına karar verip
inanabilir?
Bilakis reddeder; bunlar benim idrak ve anlayış kapasitemin dışında
der! Akıl mahdut yani sınırlıdır. Sınırlı sınırsızı kavrayamaz.
Zira, akıl ne düşünürse, neyi hayal ederse; Allah o değildir. Akıl,
düşündüğüne iman ederse; Allaha değil kendine; kendinin sınırlı
hayaline iman etmiş olur.
Peygamberlerin her biri birer rahmettir; bizim
Peygamberimiz, Muhammed aleyhisselam ise, bütün
âlemlere rahmettir. Çünkü O, bütün zamanların ve
mekânların Peygamberidir. Seyyid Abdülhakim Arvasi (kuddise sirruh)
hazretleri buyuruyor ki: "Her Peygamber, kendi
zamanında, kendi mekânında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan
üstündür. Muhammed aleyhisselam ise, her zamanda, her memlekette,
yani dünya yaratıldığı günden kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve
gelecek bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiç kimse,
hiçbir bakımdan O’nun üstünde değildir. Bu güç bir şey
değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, O’nu böyle
yaratmıştır. Hiçbir insanın O’nu methedecek gücü yoktur. Hiçbir
insanın O’nu tenkit edecek iktidarı yoktur."
İşte böyle üstünler üstünü bir Peygamber aleyhisselam vasıtasıyla
Cenab-ı Hakk, dinini insanlığa gönderdi. Her bakımdan en
üstün olanın, kendi içinde en üstün vasfı ise; mahbubiyyet
yani SEVGİLİolması.