İslam'ın şartlarını, imanın esaslarını anlatmaya kalkınca
–anlamaya değil lütfen dikkat buyurun- en kaba pozitivist dil
kullanılıyor. Oruç için fakirleri anlamak, hac için ticareti
hareketlendirmek gibi izahlar, anlatımlar birbirini kovalıyor.
Kabul, herkes kendi kelimeleri kadar anlayacak, kendi kelimeleri
kadar anlatabilecektir.
İdrakimizin sınırlı, manalandırma damarımızın güdük olduğunu kabul
ettikten sonra dini, kendi kelimelerimiz üzerinden kavrayışımızda
bir sıkıntı yoktur. Çünkü eksik olduğumuzu bilir, eksikliğimiz
yüzünden her şeyi “biraz” anlayabileceğimizi kabul etmiş
oluruz.
Lakin son yıllarda “bu Kur'an bana gönderildi” edasıyla ortalıkta
dolaşanlar, Kur'an-ı Kerim'in anlamının ancak bir kısmını yani
kendi ilminin imkan tanıdığı ölçüde kavrayabileceğini kabul
etmeyerek, bu budur anlayışında ısrarcı bir tutum ortaya koyuyor,
ekran üzerinden, ya da vidyo savaşları ile ibadet dilini şov diline
tercüme etmeye kalkıyor.
Pozitivist bilimler için bu budur diyemeyenler, söz konusu İslam
olunca nasıl oluyor da bu kadar kolaylıkla benim dediğim en
doğrusudur anlayışı üzerinde ısrarcı olabiliyor?
İman bahsini tamamen dışarıda tutarak orucunun faziletlerini
fakirlerle empati kurmak için aç kalmak olarak anlatmak, orucu
ibadet olmaktan çıkararak sosyal sorumluluk projesini anlatmak
düzeyine indirmek olur. Aç kalarak fakirlere yaklaşabiliriz ama bir
ibadet olarak oruç borcumuzu eda etmiş olmayız. Diğer taraftan aç
kalmak fakirlere empati damarını kuvvetlendirseydi diyete başlayan
herkesin muazzam bir fakir dostu olması gerekmez miydi?