2016 yılının beni en çok etkileyen sorusu Başakşehir'de bir söyleşi
sonrası geldi. Üzerinden bir kaç ay geçti. Ben hala o sorunun
cevabı ile meşgulüm. Soru şu idi: “Her gün bir panelde, bir
konferansta ya da eğitim programındayız. İslam tarihi derslerimiz,
meal derslerimiz, fıkıh söyleşilerimiz var. Nasıl oluyor da bunca
faaliyete rağmen toplum olarak çöküyoruz?”
Nasihat edenlerin nasihati, neden kalbimize değmiyor?
Geleneğin dili nefsinden geçirmediğin hiçbir nasihati ortaya dökme
der. Geleneğin dili kıssalar, atasözleri ile kuşaktan kuşağa
aktarılır. Sözlü kültür yazılı kültür ile bir arada akmaz olduğunda
geleneğin kadim dili sağır kulaklardan geri dönüyor.
Hikayeyi hatırlarsınız...
Alim bir zata, yaşlı bir kadın torununu getirir.(İmam-ı a'zam
olarak anlatılır hikaye lakin o vakit şeker olmadığı için hikayeyi
öznesini değiştirerek naklediyorum.) Benim torunum çok şeker yiyor.
Okuyup üfleseniz de bu huyundan vaz geçse der. Kendisinden dua
beklenen şahıs, çocuğa bakar ve yaşlı kadına der ki, 40 gün sonra
gelin. Yaşlı kadın öfke ile çıkar huzurdan. Niye şimdi değil de 40
gün sonra! 40 gün sonra yine tutar torununun kolundan çıkar huzura.
Hazret çocuğa bakar bakar ve evladım sakın şeker yeme der. Muska
bekleyen kadın iyice öfkelenir.