Ramazan ayı boyunca her şeyi en aza indirmeye çalıştım. Az
yemek, az uyku, az çalışmak.
Az çalışmak deyince ne anladınız? Bendeniz için çalışmanın en zor
tarafı haber takip etmektir. Haberleri takip ettikçe hayat enerjim
düşer, ayaklarımın üzerinde durmakta zorlanmaya başlarım. Sadece
gönül yorgunluğu değil, son zamanlarda vertigo atakları da eşlik
ediyor haberlerden haberdar olma sancıma.
Salı gecesi Atatürk Hava Limanı'nda ilk belirlemelere göre üç canlı
bombanın saldırısı ile kıyamet senaryosu yaşandı. Olayın yaşandığı
saatlerde sosyal medyayı takip ettiyseniz ne yapmamız ve ne
yapmamamız gerektiğini bir kez daha görmüşsünüzdür.
Güneydoğu'daki patlamalar, ölen askerler, polisler ne vakittir
bazılarının nezdinde “haber değeri” taşımaz oldu. Orada bir köy var
uzakta o köy bizim köyümüzdür şarkısı gibi, orda ölümler vardır,
burada bizim hayatımız frekansında ilerliyor bazılarının
hayatı.
Burada hayatlar var, indirimli satışlar, yaz festivalleri, sosyal
medya fenomenleri, nerde ne yesem dertleri var.
Orada yıkılan evler, tükenen hayatlar, yetim kalan evlatlar
var.
Tıpkı Türkiye'nin batısının güneydoğusundaki acıya “mesafeli
merhamet”i gibi dünyanın batısı da Türkiye'ye yapılan terörist
saldırılarla “lütfen” ilgileniyor. “Bakın ben size o ülkeye
gitmeyin dediydim zaten” frekansında...
Daha bir kaç ay önce Belçika'da patlayan bomba bütün dünyayı
birleyip bütünlemişti. Herkes ne kadar duyarlı idi, ne kadar
şefkatli.