Akşam televizyon
izliyorum.
Hangi kanalı açsam karşımda bir
tartışma programı.
Mevzular aynı, demagojiler aynı,
tipolojiler aynı...
Sıkıldım. En iyisi belgesel
izleyeyim dedim. Açtım YouTube'u...
Bu sayede denizde yaşayan ve
"Tulumlular" diye adlandırılan ilginç bir hayvanın varlığını
öğrendim.
Malum canlılar "omurgalılar,
omurgasızlar ve ilkel omurgalılar" olmak üzere üçe
ayrılır.
İnsan, at ve kuşlar
omurgalıdır.
Solucanlar, çekirgeler ve
örümcekler omurgasızdır.
İlkel omurgalıların ise örneği
azdır. İşte Tulumlular onlardan biri.
İki üç santimetrelik bu
hayvanların ilginç biyolojik özellikleri var.
Mesela kutupsa kutup, ekvatorsa
ekvator; her türlü su ısısında yaşayabiliyorlar.
Sığ sularda da derin sularda da
yaşama imkânı buluyorlar. Ortama hemen ayak
uyduruyorlar.
Gözleri arkada, daima geriyi
kolluyorlar.
Vücut yapıları ise çok kaygan,
yüzeyleri tortu tutmuyor.
En büyük özellikleri kuyruklarını
sallayarak hayatta kalıyor olmaları.
Sert bir yere tutunuyor ve ölene
kadar da bırakmıyorlar. Bir yere bağlı yaşıyorlar. Yani
bağımsızlıkları yok.
İlk evrelerinde vücutlarında
omurga vazifesi gören sırt ipleri bulunuyor. Ergenleştikçe bu ipi
kayboluyor. Çünkü bunlar, sert bir yere tutununca insan beynine
karşılık gelen sinir dokusunu sindirmeye başlıyor. Bu olay
sebebiyle 'beyinlerini yiyenler' olarak da adlandırılıyorlar.
Kuyruklarını yiyip bitirdikleri için zamanla koca kafalı
oluyorlar.
Tulumlular ne erkek ne de dişi...
Kendi kendilerine de üreyebiliyorlar
Koloni hâlinde hareket ediyorlar.
Belirgin bir renkleri de yok. Sarı, kırmızı, mavi, mor, turuncu
gibi değişik renklere bürünüyorlar.
***
Görüldüğü üzere canlıların düzeni
hiç değişmiyor. En ilkelinden en mütekâmiline...
Ve hayvanlar âlemi çok
öğretici.
Farklı bir gözle incelerseniz,
insana dair çok şey buluyorsunuz.
Ve ekranlara biraz bakarsanız bir
sürü "Tulumlu" görürsünüz!..
Hazan
mevsimi
Eskiden eylül ayı geldi mi medya
acayip hareketlenirdi.
Gazeteler iri puntolarla
hamlelerini duyurur, okurlarına yeni yazarlarını
sunardı.
Televizyonlar ise yeni dizi ve
program tanıtımında birbiriyle yarışır; yeni yayın dönem galaları
uzun süre konuşulurdu.
Medya dönüştükçe ve geleneksel
kanallar sıkletten düştükçe alışkanlıklar da terk edilmeye
başlandı. Öyle ki hamleler ayı, tenkisat aylarına
dönüştü.
Misal, geçtiğimiz yıl bu aylarda
Cumhuriyet gazetesinde 20'nin üzerinde yazar istifa etmiş ya da
gönderilmişti. Gazetenin kıdemlileri kendi aralarındaki iktidar
mücadelesine kurban gitmişti.
Refikimiz Yeni Şafak'ta da bir
süredir "kalemler göçü" yaşanıyor.
Hareketlilik Aydın Ünal’ın veda
etmesiyle başladı. Sonra Kemal Öztürk dâhil oldu.
Ardından Özlem Albayrak gitti. (Ki Albayrak'ın İBB personeli
olduğunu yeni duyduk.)
Önceki gün de Serdar Tuncer ve
Faruk Aksoy ile yolların ayrıldığı duyuruldu. Tartışma sürerken
Erol Göka "Allah'a ısmarladık" dedi.
Şüphesiz her medya kuruluşunun
bir yayın politikası var. Kiminle nasıl, ne şartlar altında
çalışacağına kendileri karar verir.
Fakat söz konusu yazarlar, yapıcı
eleştirileriyle biliniyordu. Ve yapıcı eleştiri çok kıymetli bir
şey.
Yazarlar niye gitti, bilmiyorum.
Bildiğim bir şey var o da şu: Medya genel anlamda ileride
konuşulacak ilginç bir süreçten geçiyor.
Anneler
Diyarbakır'da annelerin direnişi
göz dolduruyor.
Onlara aydını, yazarı, çizeri,
sanatçısı, düşünürü desteğe devam ettirmeli.
Ama...
Devlet orada olmamalı ki,
acziyet görüntüsü oluşmasın.
Siyasi partiler olmamalı ki,
direnişe siyaset bulaşmasın.
Kendini göstermek için kamera
arayanlar olmamalı ki, iş sulanmasın ve
magazinleşmesin!
Yanaşmalık başka türlü
nasıl olur?
* Terör tutuklusu Demirtaş için
"cezaevinde tutsak (yani esir)" diyorlar ama PKK'nın esareti
altındaki çocuklara ses çıkarmıyorlar.
* Kaçakçıların kurban gittiği
Uludere vakası için 'Katil devlet' diyorlar ama PKK'nın 7 oduncuyu
katletmesini vakayı adiyeden görüyorlar.
* Erken yaşta evlenen kızlar için
ortalığı yıkıyorlar ama PKK'nın on yaşında dağa götürülüp tecavüz
ettiği çocukları görmezden geliyorlar.
* İstanbul İstiklal Caddesi'nde
Kürt anneler için eylem yapıyorlar ama Diyarbakır'daki Kürt
annelere kayıtsız kalıyorlar.
Sizi terör yanaşmaları
sizi!..
Nöbetçi
tiritçi
Bazen diyorum ki: 'Bu ülkeden
adam olmaz.'
Bazen de diyorum ki: 'Başka yerde
yaşanmaz.'
Önceki hafta sonu
Balıkesir'deydim.
Şehirde yaşatılan bir geleneği
duyunca çok umutlandım.
Hafta sonları ana caddelerdeki
kuyumcular açılmıyor, kenar mahallelerdeki kuyumcular nöbetçi
bırakılıyormuş. Tabii 'onlar da kazansın' diye.
Balıkesir'in tirit yemeği
ünlüymüş ama her lokanta kafasına göre yapamıyormuş. Her güne bir
iki nöbetçi tiritçi belirleniyormuş. Bu sayede gelir eşit
dağıtılıyormuş.
Ne varsa Anadolu irfanında
var.
Hangi kanalı açsam karşımda bir
tartışma programı.
Mevzular aynı, demagojiler aynı,
tipolojiler aynı...
Sıkıldım. En iyisi belgesel
izleyeyim dedim. Açtım YouTube'u...
Bu sayede denizde yaşayan ve
"Tulumlular" diye adlandırılan ilginç bir hayvanın varlığını
öğrendim.