Hükûmete çok yakın bir gazetenin Ankara bürosunda Başbakanlık
muhabiriydi.
Bir gün, güvenilir kaynaklardan gazeteye haber geldi: "Sizin
muhabir (x)te ByLock çıktı. Hemen işine son verin. Yoksa gazeteye
operasyon yapılacak!"
Böyle bir baskın gerçekleşse yer yerinden oynardı.
Şefi, genç muhabiri kenara çekip "Sende ByLock mu vardı?" diye
sordu.
Sormasıyla birlikte muhabir kendini yere attı. Ağlıyor, sızlıyor,
baygınlık geçiriyor "Bu bir iftira" diye bağırıyordu.
Stajyerliğinden beri birlikteydiler; yanlarında yetişmişti. FETÖ
aleyhine haberler yazıyor, 15 Temmuz'u anlatan kitaplara yazılar
veriyordu.
Ertesi gün işten atılacaktı. "Şimdi git, yarın gel" dediler.
Gitti ama geri dönmedi. Ortalıktan kayboldu.
On gün sonra şefini aradı "Ben itirafçı olacağım abi" dedi. Hemen
durumu savcılığa bildirdiler "(x) gelip konuşacak" dediler.
Dediğini yaptı, savcılığa gitti. Fakat itirafta bulunmadı.
Tutuklama kararı çıktı. Cezaevine gönderildi.
Ortada müthiş bir tiyatro vardı. FETÖ'cü muhabir, bağlılarından
akıl almış, bu on gün süre içinde delilleri yok etmiş, sonra da
gelip teslim olmuştu.
Emniyetten gözaltına alınsa nezarette 7 gün kalacak mecburen her
şeyi itiraf edecekti.
Bu yüzden kendisini doğrudan savcılık sorgusunun ardından hapse
attırdı. "Tertemiz" şekilde girdi içeri.
Üstelik ellerine kelepçe vurulduğunda yüzünde hiç pişmanlık emaresi
yoktu.
Şimdi düşünün nasıl bir örgütle mücadele edildiğini...
PR’cının iş bilmezi
Fikret Çengel Ağabey, bir Avrupa ülkesinin başkonsolosluğundan
gelen maili gösterdi.
"Saat 19.00’da yemeğe davet ediyorlar. Ramazan günü olacak şey mi
bu?" diye dertlendi.
"Bu yine iyi abi" dedim, "Geçen bana yerli, anlı şanlı bir sivil
toplum kuruluşundan davet geldi. Akşam 17.30’da açılış kokteyline
çağırdılar. Geçen sene bir üniversite ramazan günü kahvaltılı basın
toplantısına davet etti."