Şimdilerde yazarlık yapan AK Partili bir eski milletvekili
Anıtkabir’deki törenlere karşı çıkmış.
Yazdıklarında makul yönler var.
Tabii ki orada yatanın kendisine getirilen çelenklerden, kendisine
yazılan notlardan haberi olmuyordur.
Ya da bunlara karşı çıkıp söyleyecek bir lafı, bir itirazı ya da
“Senin gibi birinin burada ne işi var” diyecek hali
yok.
Yazar Anıtkabir’e gitmeyi yatırlara gitmekle, çaput bağlayıp dilek
dilemekle eş tutmuş ki, orada büyük bir yanılgı
içinde.
Hiç kimse Atatürk’ten bir dilek dilemiyor.
Oraya sadece saygısını göstermeye, onu unutmadığını belirtmeye
gidiyor.
Mesela ben de sık sık babamın mezarına
gidiyorum.
Karşısında duruyor, onun nasihatlarına ne kadar uyup uymadığımı,
onun yüzünü kara çıkaracak bir şey yapıp yapmadığımı
düşünüyorum.
Hatırlıyorum, karşısında huzur buluyorum.
Ben duymadığından eminim.
Kalkıp bana iki tokat atacak hali de yok “Bana aferin evladım”
diyecek durumu da.
Mezarındaki çiçekleri temizliyor, kurumuş olanları alıyor,
gerekiyorsa yenileri dikiyor, bildiğim birkaç duayı da mırıldanıp
ayrılıyorum.
Star yazarı bunu anlamıyor olabilir ama bunun adı “Saygı ve
sevgidir”
Vahhabi olmadığımız için büyüklerimizin, sevdiklerimizin yattığı
kabristanlar bizim için önemlidir.
Aynı şeyi anneannemin mezarı için de
yapıyorum.
Çok şükür bazı dangalaklar gibi mezarlığa çaput bağlayacak halim
yok.
Anneannem demişken.
Nur içinde yatsın, hayli inançlı bir
kadındı.
Tüm ibadetlerini yerine getirirdi.
Anıtkabir’e de ilk kez onunla gitmiştim.
Atatürk’ün kabrinin karşısında durmuş, ellerini açmış ve uzun uzun
dua etmişti.
Bu ülkeyi kurtardığı, bu Cumhuriyet’i kurduğu, bu ülkenin
insanlarına kadın erkek insanca yaşama hakkını kazandırdığı
için.
Osmanlı vatandaşı bir Balkan göçmeniydi.
Annesinin Yunanlılar tarafından öldürülüşünü, abisinin Bulgarlar
tarafından katledilişini görmüştü.
Atatürk’ün ne demek olduğunu bildiği için sadece Anıtkabir’de
değil, her duasında onu da anmadan edemezdi.
Yani diyeceğim o ki, o yazıyı yazan beyefendi de Atatürk’e ister
Anıtkabir’de, isterse başka yerde dua
edebilir.
Her gelen çelenk koyacak diye bir şey yok.
Et kardeşim, dua et. Elini ağzını tutan mı var!
Unutma ki, ne kadar etsen az.
***
Bilgiler Bakanlık’ta
“Sağlık Bakanlığı ve SGK soyuluyor mu?” diye sorup, soygunu
anlatınca Sağlık Bakanlığı’ndan hemen
aradılar.
Bakanlığın Basın danışmanı Selami Güder Bey
aradı.
“Fatih Bey, Sayın Bakanımız yurt dışında ancak yazınız üzerine
Bakan Yardımcımız hemen olayın araştırılması talimatını
iletti.
Bilgileri isterseniz doğrudan benimle veya Bakanlık müfettişleri
ile paylaşırsanız, Bakanlığımız hemen olayı araştıracak ve eğer
iddia edildiği gibi bir durum söz konusu ise yasal gerekliliği
hemen yapılacaktır” dedi.
Ben de kendisine “Ben bilgileri doğrudan sizinle paylaşayım. Siz
gerekli yerlere iletirsiniz. Ancak arzu ederseniz müfettişlerle de
paylaşabilirim” dedim.
Kendisi benden alacağı bilgileri gerekli yerlere ileteceğini
söyleyince okurumdan gelen mali ve okurumun diğer iletişim
bilgilerini Bakanlığa ilettim.
İnceleme sonucunu da sizlerle paylaşacağım.
Sağlık Bakanlığı’na ilgisi için teşekkür
ediyorum.
Umarım incelemede çıkacak sonuçlar ve alınacak tedbirler için de
teşekkür ederim.
***
Suçla mücadele kırmızı ışıkta başlarmış
Can Dündar’a yapılan silahlı saldırıyı hepimiz
biliyoruz.
Günlerce konuşulmuştu.
Birileri ellerinde silahla Adliye önünde Dündar’a saldırmış, Can
Dündar saldırıyı “Eşinin arkasına saklanarak”
atlatmıştı.
Saldırıda NTV muhabiri meslektaşımız Yağız Şenkal
vurulmuştu.
Duymuşsunuzdur, saldırganların yargılandığı dava
sonuçlandı.
Sanıklardan ikisi beraat etti, silahı ateşleyen kişi ise mahkum
oldu.
Neye mi?
4500 TL para cezasına.
Peşin de değil. Taksitle.
Bu olacak bir iş değil.
Adliye önünde birine silahla ateş
ediyorsunuz.
Ateş ettiğinizi iddia ettiğiniz kişiyi değil ama bir başkasını
yaralıyorsunuz.
Ve aldığınız ceza 4500 TL para cezası. O da 2 yıl
taksitle.
Bu ceza ceza değildir.
Bunun anlamı açıktır.
Hoşunuza gitmeyen biri var ise onu
vurabilirsiniz.
Silahınız ruhsatlı ise 4500 TL para
ödersiniz.
Silahınız ruhsatsız ise 10 ay da hapse mahkum olursunuz. Ancak
infaz kanunu gereği onu da yatmazsınız.
Bir kriminolji uzmanı “Bir ülkede kırmızı ışıkta durmayana ceza
vermiyorsanız, o ülkede suçla mücadele etme şansınızı
kaybedersiniz” demişti.
Bir ülkede adam vurana 4500 TL para cezası vermekle yetiniyorsanız,
o ülkede suçla ne yapılacağını siz
hesaplayın.
Zor olmayacaktır!
***
Kötülüğün cezası bu değildir
Hazır konu yargıdan ve cezalardan açılmışken bir başka meseleye
daha bakmamız lazım.
Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan ve Mehmet Altan “Terör örgütünün
amaçlarına hizmet etmekten” suçlu bulanarak müebbet hapis
cezalarına çarptırıldılar.
Bu üçlüden Mehmet Altan’la aynı gazetede çalışmışlığımız
vardır.
Ahmet Altan’la ne çalıştık birlikte, ne de yıldızımız
barıştı.
O da beni sevmez, ben de onu sevmem.
Nazlı Ilıcak’la hiç birlikte aynı gazete çatısı altında
olmadık.
Hatta kendisini yönettiğim bir gazeteye yazar yapılması için
yapılan telkinlere de asla kulak asmadım.
Bunlar bir kenara.
Bu kişilere verilen müebbet hapis cezalarını kabul etmem mümkün
değil.
Pek çoğunuz haklı olarak “Ama çok kötü insanlar”
diyebilirsiniz.
Ahmet Altan’ın yaptığı kötülükleri örnek
gösterebilirsiniz.
Haksızsınız diyemem, demem.
Çok kötülük yaptılar, çok ah aldılar.
Ancak “kötü insan” olmanın cezası müebbet hapis değildir.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Dostluklarımızın düşmanlarımızı da belirlediğini unutmadığımız zaman.