Hemen her köşesini görüp bildiğim Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da
Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy ile yaptığımız son gezide şimdiye
kadar hiç görmediğim bir yerle karşılaştım.
Halfeti yakınlarında, Fırat Nehri kıyısında yükselen muazzam bir
kale ile.
Yerel halk kaleye “Rum Kale” adını vermiş.
Muhtemelen 4. Yüzyıl’a kadar bir Roma garnizonunu
barındırdığı için olsa gerek.
Yerel inanışa göre Matta İncili, bu kalede
yazılmış.
Tabii bunu kanıtlayacak hiçbir bilgi belge yok ama inanış
böyle.
Rum Kalesi, Roma’nın Sasaniler’den korunmak için oluşturduğu
sınır güçlerinin en büyük kalesi imiş.
Daha önce bahsettiğim Zerzevan kalesi daha uç bir noktada ama
orası daha çok bir sınır birliği gibi.
Rum Kalesi ise daha büyük bir garnizonu barındırıyormuş ve
gerçekten görmeye değer bir yer.
Bu yazdıklarım bölgeden edindiğim bilgiler.
Bundan sonrasındaki ilginç bilgiler ise bana
ait.
Roma’nın MÖ 1. Yüzyıl’da işgal ettiği bu bölge sürekli olarak
bir Sasani tehdidi altındaydı.
Ve Roma’yı İran’a girmekten alıkoyan savaşta Sasani
Ordusu’nun komutanı olan generalin bir Türk kulüp başkanının büyük
büyük büyük dedesi olduğunu söylersem inanır
mısınız?
İster inanın, ister inanmayın gerçek bu.
Milattan Önce 53 yılında, Roma birlikleri Sasani topraklarına
girmek için bugün Urfa diye bildiğimiz bölgede bir ileri harekat
başlattılar.
Pers Kralı Orodes ise ülkesinin en zengin ve en soylu
ailelerinden birine mensup olan bir generalini Romalıları durdurmak
için bölgeye yolladı.
Tarihe Carrhae Savaşı olarak geçen bu savaşta iki ordu
bugünkü Harran yakınlarında karşı karşıya
geldiler.
Sasani Ordusu Roma Ordusu’ndan sayıca daha az olmasına
karşın, Orodes’in generalinin savaş becerileri sayesinde Roma
Ordusu’nu dağıttı.
20 bin Roma askeri savaş meydanında hayatını
kaybetti.
10 bin Romalı lejyoner esir alındı.
Bu Roma’nın Doğu’daki en büyük yenilgisi olarak tarihe geçti
ve Roma’nın ilerleyişini durdurdu.
Savaşı kazanan soylu general Doğu toplumlarında büyük bir ün
kazandı. Neredeyse tanrısal bir varlık haline
getirildi.
Tabii tipik bir Doğu geleneğine uygun olarak bu başarısını
“ölümle” ödedi.
Pers Kralı 2. Orodes, kendisine bir tehdit olabileceğini
düşünerek bu zengin, soylu ve şanlı generalin kellesini
uçurttu.
Ancak generalin ailesinin bir kısmı Anadolu’nun güneyindeki
bölgede, bir kısmı ise İran’da varlığını sürdürdü ve başka büyük
ailelerle beraber 7. Yüzyıl’a kadar İran’daki gücünü
korudu.
Peki diyeceksiniz ki, bu generalin bir adı yok
mu?
Var elbette.
General Surena.
İran’da yıllarca devletin en tepe noktalarında yer alan
Karen, Mihran, ve Zik aileleriyle birlikte bir tür “Doğu derebeyi”
gibi varlığını sürdüren Süren Ailesi ve
Galatasaray’ı Avupa Şampiyonluğu’na taşıyan Başkan Faruk
Süren de işte bu ailenin bugün yaşayan temsilcilerinden
biri.
NOT: İnanmayanlar R. Frye’ın Golden Ae of Persia ve Michael Axworthy’nin Iran: Empire of the Mind adlı kitaplarından bu bilgileri alabilirler.
***
Türklerin kaldığı otelde yangın vakayı adiyedir
Dün “Cumhurbaşkanı Erdoğan’la birlikte ABD’ye giden
gazetecilerin kaldığı otelde yangın çıktı” haberini görünce “Tarih
tekerrürden ibarettir” diyerek güldüm.
Yangına gülünür mü?
İşin içinde Türkler var ise gülünür.
Nedenini anlatayım.
Erdoğan’ın Başbakanlığının ilk yılıydı yanlış
hatırlamıyorsam.
Başbakan olarak ilk kez Washington’a resmi bir ziyarette
bulunuyordu ve yanında kalabalık bir gazeteci ve işadamı heyeti de
vardı.
Acemilikten olsa gerek, Washington’ın pek de şahane olmayan bir
otelinde kalıyordu heyet.
Uçaktan indik, gelip otele yerleştik.
Aradan yarım saat geçmişti ki, birdenbire alarmlar çalmaya, yoldan
siren sesleri yükselmeye başladı.
Washington’da ne kadar itfaiye aracı var ise otelin kapasına
dayandı, ellerinde hortumlar ve tüplerle itfaiyeciler otele
daldı.
Sürekli anonslar yapılıyor ve misafirlerin oteli terk etmesi
isteniyordu.
Herkes kapının önüne çıktı, itfaiyeciler oteli didik didik ettiler
ama yangına dair bir iz bulamadılar.
İş sonradan anlaşıldı.
İşadamları ve gazeteciler odalarına çekilmişler ve anında puroları
sigaraları yakmışlardı.
Bu kadar duman bir anda odalara dolunca otelin alarm sistemi
devreye girmişti.
Bu yüzden yangını duyunca güldüm.
Puronun AK Partililer arasında çok moda olduğunu biliyorum ne de
olsa!
***
Gözaltı
Bir baba oğluna pantolon alamadığı için intihar
ediyor.
Haberi yapan gazeteci gözaltına alınıp
sorgulanıyor.
Rize’de belediye asırlık bir çınar ağacını
kesiyor.
Haberi yapan gazeteci gözaltına alınıp
sorgulanıyor.
“Bu nasıl bir saçmalıktır, bu nasıl bir paranoyadır” diye
yazarsam.
Acaba ben de gözaltına gider miyim!
NOT: Kocaeli’ndeki gazeteci, ifadesinin ardından serbest bırakıldı. Gözaltı nedeni ise intihar eden babanın acılı eşinin şikayeti oldu.
***
Alan yok kıran çok
Contemporary İstanbul, çölde vaha gibi geliyor
insana.
Giderek azalan sanatsal olaylardan dolayı nefessiz kalan topluma ya
da en azından toplumun bir kesimine hava aldırıyor, moral
veriyor.
Bu yıl da inanılmaz bir kalabalık vardı.
Fakat gelenlerin durumu biraz ilginçti.
Sergiyi gezenlerin neredeyse yüzde 80’i sürekli bir selfie çekme ve
bunu bir an önce sosyal medyadan paylaşma
derdindeydi.
Çekmelerinde bir mahzur yok elbette ama bunu yaparken eserlere
verdikleri zararın bir mahzuru var.
Biricik Suden, bu durumu “Satın alınandan daha çok selfie çekme
uğruna kırılan eserlerin yer aldığı bir Cİ’un daha sonuna geldik”
diye esprili bir şekilde duyurdu.
Acaba önümüzdeki yıl bu fuarda selfie’yi yasaklamak sanat ve
sanatçılar için daha mı iyi olur!
***
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Konkordatoyu kötüye kullanmadığımız zaman.