Kısa süre önce İsrail, büyük bir askeri tatbikat gerçekleştirdi.
Bu tatbikat pek gündem olmadı. Oysaki 1998'den bu yana İsrail'in
gerçekleştirdiği en büyük askeri tatbikattı bu. Tatbikata eski
MOSSAD başkanı Meir Dagan'ın adı verildi. Dagan 1998'de
gerçekleştirilen askeri tatbikatı yönetmişti. O tatbikatta muhtemel
hedef Suriye'ydi, bu tatbikatta Lübnan. Gerekçe ise Hizbullah.
Tatbikata kara, hava ve deniz kuvvetleriyle, siber savunma ve
haberleşme birimleri katıldı. Bu tatbikatla İsrail ordusu bir
yandan iç siyaset üzerinde bir baskı oluştururken, diğer yandan
ABD'ye ve bölge ülkelerine de bir mesaj gönderdi.
Bu tatbikattan kısa bir süre sonra Lübnan Başbakanı Hariri istifa
etti. Gerekçe olarak da İran'ın ve Hizbullah'ın baskısını gösterdi.
Hariri'nin istifası Lübnan iç siyasetinde büyük bir kaosa yol
açmadıysa da bölge siyasetini derinden sarstı. Bölge siyasetine
etki eden bir önemli olaysa Hariri'nin hâlâ Riyad'da olması. Daha
doğrusu Riyad'da alıkonuyor oluşu.
Lübnan, Suudi Arabistan'ın da İran'ın da uzun yıllardan beri nüfuz
mücadelesi verdiği bir ülke. Yıllarca mezhep grupları arasında bir
tür "mecburi koalisyon"la yönetilen bir ülke Lübnan. Bugün Lübnan
yeni bir bölgesel yarılmanın ve çatışma ortamının zeminine
dönüştürülmek üzere. İran ve S. Arabistan'ı karşı karşıya getirerek
bölgede geçmiştekinden çok daha etkili bir Sünni-Şii çatışması
zemini inşa edilmek isteniyor. Plan, İslam dünyasında yüzyıllara
sari bir parçalanmanın altyapısını oluşturmak, husumet tohumları
serpmek.
Ne yazık ki ne İran, ne S. Arabistan oynanan bu oyunu bozacak
şekilde hareket ediyor. Her ikisi de yangına körükle gidiyor. Yine
ne yazık ki İsrail'in Lübnan'a saldırması halinde İran ve S.
Arabistan'ın birbirine kenetlenmeyecekleri de ortada. Aksine S.
Arabistan kendince ortaya çıkan fırsat alanlarından yararlanmayı
tercih edecektir. Bu da bölgede "vekiller savaşı"ndan "asiller
savaşı"na doğru yeni bir sürecin önünü açacaktır. Maalesef, plan
da, oyun da bu.
Türkiye, 2000'li yıllardan sonra bölgede oyun bozmanın ne denli
önemli olduğunu gösterdi. Bugün artık oyun bozmadan oyun kurma
aşamasına gelinmiş durumda. Fakat bu oyun bugünden yarına
kurulabilecek bir oyun değil. Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın
liderliğinde bugün bölgede kapsayıcı bir dış politika çizgisi takip
ediyor. Evet, Erdoğan döneminin dış politika felsefesini
"kapsayıcılık" olarak tanımlamamız mümkün. Bu kapsayıcılık
anlayışının temelinde bölgesel istikrarın korunması arayışı önemli
bir yer tutuyor. Türkiye bu anlayışı, bir felsefi ilke olarak,
oturduğu yerden savunmuyor. Onu hayata geçirmek için mücadele
ediyor. Bölgesel ve küresel aktörlerle karşı karşıya gelmemek,
sıcak ya da soğuk herhangi bir savaşın içine çekilmemek için
uğraşıyor. Ayakta kalmaya ve büyümeye odaklanıyor. Türkiye'nin
kendi sınırları içinde ve dışında yürüttüğü terörle mücadele, bu
süreçte askeri unsurların devreye sokulması bu stratejinin bir
istisnası değil, aksine mütemmim cüzü.
Bölgesel aktörlerin birçoğu siyaseti, kendi toplumlarının
ihtiyaçları çerçevesinde ve uzun vadeli bir stratejiyle değil, günü
kurtarmak ve Batı'nın desteğini temin etmek için yapıyor. Eğer Batı
destekliyorsa iyidir! Yaklaşım bu maalesef! Bu yaklaşım, bu
coğrafyanın Batı'ya bağımlılığını pekiştiriyor, istikrarsızlığını
derinleştiriyor. Hepsi bu!