Türkiye hatırı sayılır bir süredir bir "hâkim parti" tarafından
yönetiliyor. Bakmayın birilerinin bunu olumsuz bir güç temerküzü
yahut otoriterleşme süreci olarak görmesine. Bu durum aynı zamanda
siyasal iktidarın süreç içinde hatalarından ders alarak yönetim
becerilerini geliştirmesi, yıllara sari projelerini hayata
geçirebilmesi, uzun vadeli planlar yapabilmesi ve politikalarını bu
planlar ekseninde şekillendirebilmesi anlamına geliyor.
2002'den bu yana Türkiye Erdoğan'ın liderliğinde kapsamlı bir
siyasal dönüşüm yaşıyor. Bu dönüşüm sürecinin çok büyük engelleri
aşarak bugünlere geldiği hepimizin malumu. 15 Temmuz darbe girişimi
bu dönüşümü durdurmaya ve süreci geriye çevirmeye yönelikti.
Başarılı olamadı.
Türkiye'nin, son derece güçlü bir toplumsal tabana dayanan ve
Erdoğan liderliğinde seyreden siyasal dönüşüm süreci bugün de devam
ediyor. Elbette terör saldırılarıyla ve sistematik finansal
ataklarla bugün de bu dönüşüm süreci engellenmeye çalışılıyor.
Türkiye'nin son 15 yılda yaşadığı dönüşüm devasa bir dönüşümdür.
Bir aralar birileri bu dönüşüme "sessiz devrim" demişti. Esasında
ortada bir "devrim" yok. Toplumsal rızaya ve talebe dayalı kapsamlı
bir dönüşüm süreci var karşımızda. Bu bağlamda karşımızdaki ne
"sessiz" bir şey, ne de "devrim." Son derece açık ve görünür,
tedrici şekilde ilerleyen bir dönüşüm süreci ile karşı
karşıyayız.