Haziran seçimlerinde HDP’nin aldığı oy ‘sonuç’ olarak büyük bir başarı. Ancak ‘başarı’ koyduğumuz hedeflere kendi stratejimiz sayesinde ulaştığımızda kullanabileceğimiz bir sözcük. Eğer o hedefe başkalarının yanlışı sayesinde ulaşmışsak, bir yandan talihe müteşekkir kalırken, diğer yandan da kendimizi sorgulamamız gerekir. HDP şu an bu durumda… Eğer AKP çözüm süreci bağlamında en azından ‘belirsiz’ bir konuma kaymasaydı belki de baraj geçilemeyecekti. Bu sonuç HDP’nin laik kesimden ve Alevilerden oy alma beklentisinin gerçekçi olmadığını ortaya koydu. Seçime giderken yürütülen strateji bu beklentiyle bağlantılı olduğuna göre, şimdi geriye dönüp o stratejinin de yanlış olduğunu görmekte yarar var.
Seçimden bir hafta önceki “HDP’nin ‘akıllı’ siyaseti” başlıklı
yazımdaki şu iki paragraf gelinen noktayı özetliyor: “ Aynı sürecin
diğer ortağı HDP’nin önünde ise iki farklı seçim stratejisi
bulunmaktaydı. Çözüm sürecini sahiplenmek ya da AKP karşıtı
koalisyonun parçası olmak… HDP ikinciyi tercih etti ve barajı böyle
geçeceğini düşündü. Bu tercihin uzantısı olarak bugün Bölgedeki oy
ancak silah eşliğinde ve doğrudan tehditlere dayanan baskılarla
artırılabiliyor. Batıdan oy almaya muhtaç kalınması ise Demirtaş’ı
neredeyse oynak bir sahne sanatçısı kıvamına getirdi.
Diğer taraftan HDP söyleminin ilginç bir sonucu var. HDP açıkça
AKP’ye karşı olduğunu, Erdoğan’ı başkan yapmayacağını söylüyor.
Ancak bunun çözüm sürecini nasıl etkileyeceği hakkında hiçbir
değerlendirme yapmıyor. Eğer HDP barajı geçer ve örneğin AKP de
Meclis çoğunluğunu elde edemez ise acaba karşımıza nasıl bir siyasi
gündem çıkar? Üç partinin koalisyonu saçma bir hayalden ibaret. Şu
seçim süreci bile hangi koalisyonun gerçekçi ve ‘tabii’ olduğunu
ortaya koyuyor. Bu bir AKP/MHP koalisyonu olacaktır…”