‘Bizlerin’ zihniyeti modernliğin içinde üretildi ve oryantalizmi apaçık gerçeklik karşısında son derece ‘doğal’ ve rasyonel bir tepki olarak içselleştirdik. Gerçeklik, eğitimsiz ve görgüsüz bir köylü yığınının cumhuriyet rejiminde kaçınılmaz olarak ‘halk’ vasfına yükseltilmek zorunda kalınmasıydı. Doğal tepkimiz bu insanların tercihan rızaları alınarak, ama aksi halde devlet gücünün yarattığı sınırlamalar sayesinde terbiye edilmeleriydi. Var olan gerçeklik ile ulaşılması gereken hedef arasındaki yöntemsel dinamiğin meşruiyetini ise ‘bizim’ ideolojik kimliğimiz, yani laiklik dolduruyordu. Atfettiğimiz anlamıyla bu laiklik, hem bizi ‘ayrı ve üstün’ kılarak ‘eğitici’ rolüne soyunduruyor, hem de malum geniş kitlenin ‘evrensel’ açıdan eğitilebilir olmasını sağlıyordu. Nihayet toplumsal gelişmenin stratejisi ‘bizim’ kimliksel laikliğimiz üzerine bina edildiği ölçüde, hedef de ‘doğal’ olarak dışımızdaki malum yığının kimliksel ideolojisi, yani Müslümanlığıydı…
* * *
Bunlar defalarca yazıldı, örneklendi ve kanıtlandı. Ama garip olan
bir durum var. Söz konusu tespitleri yapıp, kendince bilinçlenme
yaşayarak ‘bizim’ tür laikliğe mesafe alan laik kesim aydınları,
şimdi bu tarihsel dönemin sonunun gelmesine bir türlü razı
olamıyorlar. Sanki ‘bizler’ için ideal durum, eski rejimin devam
etmesi ve ‘bizlerin’ o rejimi eleştirerek saygınlığımızı garanti
altına almamızmış gibi… Şaşırtıcı gelebilir ama meğerse ‘bizim’
kesim aydınlar hiçbir zaman entelektüel olamamışlar. Anlaşılan
kendilerine ideolojik kimlik veren cemaatin dışına çıkarak ayakları
üzerinde durmaya hazır değillermiş. Tarihsel analizler, tarih kendi
kulvarında gittiği ve ‘bizi’ imtiyazlı kıldığı sürece güvenli bir
ortama denk geliyormuş. Çoğumuzun kişiliği alkışa muhtaç olmayan
bir düşünce faaliyetini yadırgıyormuş…