Vesayet dendiğinde çoğunlukla anlaşılan şey, asker ve yargının sivil siyaset üzerindeki ideolojik ve idari tasallutu oluyor. Türkiye AKP iktidarları döneminde bu tahakkümü, kurumları kendi içinde çoğulculaştırarak ve yürütme erki içindeki karar alma süreçlerini ‘manevi hiyerarşiden’ arındırarak epeyce yumuşattı. Ancak devlet geleneğinin asli unsuruna dönüşmüş olan kurumsal bürokratik yapı ve zihniyetinin sivil siyaset karşısındaki gücünü pek de zorlayamadı. Çünkü burada teamüllerden, alışkanlıklardan ve akçalı arka plan ilişkilerden beslenen bir güç ve nüfuz dünyası var. Sivil bürokrasinin vesayetçi gücü yaptıklarından ziyade kasten yapmadıklarından kaynaklanıyor.
Dolayısıyla hizmet maksimizasyonu şiarı ile motive olan bir
iktidarın ve Erdoğan gibi bir liderin, söz konusu vesayetçi
direnişi kırma ihtimali olan başkanlık sistemini istemesi çok
doğal. Böylece hükümetin bürokrasinin kılcal damarlarına girmesi ve
oradaki bilgi tekelini bir pazarlık gücü olmaktan çıkarması
olanaklı… Siyaseti salt seçim kazanmak, parlamentoda çoğunluk olmak
olarak tanımladığımız takdirde Türkiye’nin niçin yönetilemediğini
anlamamız da kolay olmaz. Ama basit birkaç örnek bile meselenin çok
daha girift olduğunu hatırlatabilir. Örneğin Hrant Dink’in
öldürülmesi ile ilişkili olarak hükümetin önüne bugüne dek konmuş
raporların acaba kaç tanesi gerçeği olduğu gibi, kaleme alanların
tüm bilgisini içerecek şekilde sunulmuştur? Ya da Gezi olaylarında
veya Uludere’de gerçekte neyin nasıl yaşandığı bilgisine hükümetin
ulaşması mümkün olabilmiş midir? Mesele şu ki bunlara olumlu cevap
verebilmeniz için bilgiye nesnel kanallar üzerinden ulaşabilmek
gerekir ama sivil siyasetin herhangi bir konudaki ‘bilgisi’
bürokrasinin ona ‘bilgi’ olarak sunduğunun çok daha ötesine
gidemez. Daha basitçe söylersek, o bürokrasi olmasa sivil siyasetin
arşivde kritik bir bilgiyi nasıl arayacağı bile muhtemelen
belirsizdir.
İstenildiği kadar seçim kazanılsın, meclis çoğunluğuna sahip
olunsun, Türkiye’yi yönetmek ayrı bir alanda daha güçlü olmayı
gerektiriyor. Bürokrasi karşısında hem bilgi tekelini kırarak, hem
de karar süreçlerinin takipçiliğini şeffaflaştıracak bir mevzuatı
geçerli kılarak, hükümet nezdinde alınan kararların ‘aynen’ yani
içeriklerine uygun bir biçimde uygulanmasını sağlamak. Bunun için
sadece müsteşar ve yardımcılarını değiştirmek yeterli değil. Daha
alt kademeye inmek ve kendi içinde kurumlar arası koordinasyonu
sağlayacak bir bürokratik ağ üretmek gerekiyor.
Başkanlık sisteminin mantığı buna epeyce uygun… Erdoğan da bu
nedenle, yani ideolojik veya çıkar ilişkileri nedeniyle
engellenmeden hizmet üretimine ivme kazandırma amacıyla değişim
istiyor. Ne var ki başkanlık sistemi sadece yürütmenin etkinliğini
artırma özelliğine sahip değil. Aynı zamanda yürütmeyi kaçınılmaz
olarak parlamenter sisteme oranla çok daha güçlü, insiyatif sahibi,
atak, hızlı ve kontrolsüz hale getirmeye de elverişli. Sonrasında
denetimi mümkün kılsanız bile, birçok karar sonradan gelecek
denetimle engellenmesi olanaksız kamusal zararlara sebebiyet
verebilir.