Yönetim sisteminde kalıcı ve meşru bir yenileşme yaşamak zorunda olduğumuz konusunda herkes hemfikir. 1982 Anayasası bugüne dek yapılan yüz küsur değişikliğe rağmen ve belki biraz da o sayede Türkiye’yi taşımaktan aciz. Ancak bütün bu değişiklikler kendi içinde tutarlı olsaydı bile durum değişmeyecekti. Çünkü şu anki anayasanın en büyük handikabı dibaceye yansıyan arkaik ideolojik bakışı. Dibacenin ana metinle ilişkilendirilmesiyle birlikte, böyle bir anayasa ile ne var olan sorunları çözmek mümkün, ne de yeni sorunların yaratılmasını engellemek.
Dolayısıyla yeni anayasa ile birlikte yönetim sistemi de baştan
ele alınacak. Bu noktada muhalefetin AKP alerjisinin ‘ahlaksız
siyaseti’ sonucu ortaya çıkmış bir başka ‘de facto’ durumu daha
dikkate almak gerekiyor. Artık cumhurbaşkanı halkın oyuyla
seçiliyor ve toplumun bu hakkı yeniden Meclis’e devretme isteği
yok. Şu anki haliyle aşırı yetkili ve sorumsuz bir cumhurbaşkanı
var. Yani eğer ‘diktatör’ olmak istiyorsa Erdoğan açısından en
ideal durumdayız!
Ancak AKP yeni anayasa ile birlikte yönetim sistemini de
belirsizlikten kurtarıp ‘sağlam bir kazığa’ bağlamak istiyor. Bunu
gerçekleştirebilmek için ise, istenmekte olan sistemin halkta
teveccüh bulmasını sağlayacak siyaseti üretebilmeniz lazım. Bu hiç
de kolay değil, çünkü yükselen demokratik normların sonucu olarak,
toplumun üçte ikisinin keyfiliğe izin veren bir yönetim sistemini
onaylamayacağı anlaşılıyor.
Demek ki AKP adına başkanlık sistemini savunanların halk nezdinde
‘ikna edici’ argümanlar öne sürmesi gerek. Peki, gördüğümüz ne?
Bence tam tersi… Örneğin ‘başkanlık sistemine zaten geçtik’ diye
bir görüş var. Ne demek istediğini anlıyoruz: Cumhurbaşkanını
halkın seçmesiyle birlikte parlamenter sistemin temel mantığı
bozulmuş oldu. Ne var ki parlamenter sistemin bozulması, sistemin
kendiliğinden ‘başkanlık’ haline gelmesini ifade etmiyor.
‘Başkanlık sistemi’ denen şey birinin ‘başkan’ olduğu bir sistemin
adı değil… Yasama ve yürütmenin keskin biçimde birbirinden
ayrıldığı yönetim sistemine verilen bir ad. Burada birinin ‘başkan’
olabilmesinin meşruiyeti söz konusu yasama/yürütme ayrışmasının var
olup olmamasına dayanıyor. Türkiye’de ise halen böyle bir ayrışma
yok. AKP hem Meclis’te çoğunluğa sahip, hem hükümet kurmuş, hem de
yetkili ve sorumsuz cumhurbaşkanlığı koltuğunu kazanmış durumda.
Burada açık bir tek parti hegemonyası var ve denetleme işlevinin
maddi zemini pratikte fazlasıyla zayıf.