Alevi öğretisi Sünniliğe göre çok daha heteredoks ve esoterik bir inanç iklimine karşılık geliyor. Ne var ki bütün dinlerin geçmişi iç içe geçmiş ve tutarlı olmayabilen bir öğreti külliyesine dayanmakta. İnanç sistemlerinin ‘berraklaşması’ ve bir tanıma oturması hemen her zaman kurumsallaşmayla birlikte yaşanır. Böylece söz konusu öğretinin çoğulcu yapısı törpülenip bir dogma haline getirilerek ‘iç disiplin’ ve dil bütünlüğü sağlanır. Alevilik bu şansa sahip olmadı, çünkü Osmanlı’dan bu yana devlet tarafından ‘görünmezliğin’ dünyasına itildi. Bu nedenle dini hayatı düzenleyecek bir açık tartışma ve yazılı kültür geliştirme imkânı yaratılamadı. Buna Aleviliğin köy sosyolojisi ile bütünleşmesini eklediğimizde, bu inancın nasıl olup da bir yerel gelenekselliğe kaydığını, ‘kültürleştiğini’ anlayabiliriz. Ama bu aynı zamanda yüzeyselleşme, unuturken yakıştırarak yeniden üretme anlamına da geldi. Sonuçta felsefi ve deruni temel yıprandı, gündelik hayatın pratiği içinde kendi farklılığına sarılan bir kimlikleşme doğru. Alevilerin kentlere doğru akışı ile birlikte ise, kültürün yerini ideolojik tutum aldı çünkü kent hayatı dışlanmayı görünür hale getirmenin ötesinde örgütlenmeyi de teşvik etti. Dışlanmanın mezhepsel bir bağlama oturması bugün bazı Alevileri İslam’ın dışında kimlik aramaya bile zorlayabiliyor...
Bu hikâyede anlaşılması gereken şey, gelinen noktanın Alevilerin
maruz kaldığı koşullar nedeniyle ortaya çıkmış olmasıdır. Çözüm de
söz konusu koşulların değiştirilmesinden, Alevilerin kendi
inançlarını kamusal alanda eşit vatandaş olarak
kullanabilmelerinden geçiyor. Böyle bir adım Aleviliğin de
kendisine ayak bağı olan kültürleşme ve ideolojikleşmeden
kurtulmasını sağlayacaktır. Bu muhtemel gelişmenin örneğini bugün
Avrupa’da görüyoruz. Kendisini yeniden tanımlama ve üretme şansı
bulan Aleviliğin yeniden inanç dairesine dönmesine ve kendi
sosyolojisi içinde demokratik değerlere doğru açılmasına tanık
oluyoruz.
Hükümetin önünde geniş bir ‘ev ödevi’ duruyor. Çünkü Alevileri şu
an itibarıyla eşit kılmak çözüm için yeterli değil. Geçmişin de
izale edilmesi lazım. Ama bunun pozitif ayrımcılıkla bir hamlede
çözülmesi de ne mümkün ne de gerçekçi. Dolayısıyla her mağduriyet
alanında hükümetin sembolik adımlarla iyi niyet ve iradesini ortaya
koyması, hiçbir alanda geri adım atılmamasını sağlaması ve açılımın
mantıklı bir süre içinde gerekli seviyeye gelmesini sağlamak üzere
bir yol haritası ortaya koyması gerekecek. Eklemeye gerek yok ki,
bu yol haritasının Aleviler nezdinde de makbul ve gerçekçi olması
lazım.
Önümüzdeki dönemde belki ilk kez Alevi kaymakamlar veya konsoloslar
görebileceğiz. Belki Alevilerin kendi inanç alanlarını düzenleme
ihtiyaçlarından hareketle genel bütçeden pay alabilme imkânı
doğacak. Bu tür adımlar muhakkak ki Türkiye’nin ne yönde gittiği,
barış ortamının özellikle muhalefet tarafından ne denli
sindirildiği ile de bağlantılı olacaktır. Ama hükümetin başlamış
olduğu çizgide devam etmesi, diyaloğu kurumsallaştırması çok kritik
öneme haiz. Aksi halde doğacak boşlukta iyi niyetin yeşermesi çok
naif bir beklenti olur.